Selahattin Demirtaş’ın danışmanı ilk üyelik bonusu Zınar Karavil, 7 Haziran seçimlerinden bugüne Demirtaş’ın yaşadıklarına odaklanan ‘Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi’ kitabını anlattı.

Edirne Cezaevi’nde 5 yılı aşkın süredir tutuklu bulunan HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın danışmanı Zınar Karavil’in yazdığı “Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi” kitabı okurları ile buluştu.

Demirtaş’ın yakınında olan Karavil’in kaleme aldığı kitap, 7 Haziran 2015 seçimleri, Demirtaş’ın 2016’da gözaltına alınıp tutuklanması ve günümüze uzanan süreci konu alıyor. Demirtaş’ın gözaltına alınması, ilbet Edirne’ye götürülmesi, cezaevinde yaşadıkları, yargılandığı süreç, AİHM mahkemesinde görüşen duruşmalar başta olmak üzere Demirtaş ile ilgili bilinmeyen detaylar aktarılıyor kitapta. Demirtaş’ın ailesi, koğuş arkadaşı Abdullah Zeydan, avukatları ve arkadaşları ile görüşerek hazırlanan kitapta önemli anlatımlar var.

Bunlardan bazıları şöyle:

“26 Kasım 2019’da Selahattin Demirtaş cezaevinde kalp spazmı geçiriyor. Doktoru sözlü olarak ‘Cezaevinde kalamazsın’ diyor ancak bunu raporda yazılı olarak yazmıyor.”

“2021 yılında Selahattin Demirtaş ve Abdullah Zeydan halı sahaya çıkıyor. O sırada Edirne F Tipi Yüksek Güvenlikli Cezaevi’nin yanında inşa edilen yeni cezaevi inşaatında çalışan işçiler uzaktan Demirtaş’ı görünce ‘Selo Başkan! Selo Başkan!’ diye sesleniyor. İşçiler ayrıca tuğlalarla Ağrı plakası ‘04’ ve iki kalp yapıyor. Bunu duyan cezaevi güvenliğinden sorumlu jandarma işçileri gözaltına alıp telefonlarına el koyuyor.”

“AİHM Büyük Dairesi’nde görülen Demirtaş duruşması: Demirtaş’ın avukatları dokunulmazlığın kaldırılmasında asıl hedefin HDP’liler olduğunu belirtiyor. Hükümet ise 5 AKP ve MHP milletvekilinin yargılandığını ve mahkum olduğunu AİHM Büyük Dairesi’ne bildiriyor. Ancak tüm ısrarlara rağmen iktidar milletvekillerinden kimin mahkum olduğu ve isimleri bir türlü mahkemeye verilmiyor.”

AİHM Mahkemesi Büyük Dairesi yargıcından Türkiye’yi temsil eden avukatlara Demirtaş sorusu: “Terörist diyorsunuz, hangi terör eylemi yapmış”

“Demirtaş’ın kazandığı davada eleştiri konusu olan Türkiye’nin tuttuğu Alman Hukukçu Stefan Talmon duruşma sonrası Demirtaş’ın avukatlarının yanına gelerek tebrik ediyor.”

Demirtaş’ı en çok üzen, en çok sevindiren, içerde gözyaşı dökmesine ve kahkahalar atmasına yol açan pek çok olayın anlatıldığı kitabın yazarı Zınar Karavil ile kitabın hazırlanış sürecini ve sonrasını konuştuk:

Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?

Demirtaş cezaevine girdiğinde politik serüveni tamamlanmadı. Sona ermedi, başka bir boyuta evrildi. Cezaevinde çok olay yaşadı, Demirtaş ekseninde çok olay yaşandı. Bunlar büyük oranda basına yansıdı ama arka plan bilgiler bilinmiyordu. Hem bunların arka plan bilgilerini, hem de bu olayları derli toplu şekilde bir kitapta toplam gerektiğini düşündüm. Demirtaş gibi politik figürler hakkında yazılmış çok sayıda kitap olur genelde. Oysa ülkemizde maalesef bu tür kitaplar çok yazılmıyor. Demirtaş hakkında cezaevi dönemini anlatan kapsamlı geniş olayları, arka planlarını anlatan kitap yoktu. Bir eksiklikten ötürü kitabı yazmaya karar verdim.

KİTABIN İSMİ DEMİRTAŞ’IN AYM’YE VERDİĞİ DİLEKÇEDEN

Neden Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi?

Kitabı yazıp bitirdikten sonra okumaları ve eleştirmeleri için pek çok kişiye gönderdim. Kitabı isimsiz kitap diye gönderiyordum. Kendilerinden isim de rica ediyordum. Çok güzel isim önerileri de geldi açıkçası. Hem Demirtaş kelimesini içeren, hem de onun siyasi rehineliğine gönderme yapan çok yaratıcı kitap ismi önerileri geldi. Kitabı gönderdiğim isimlerden bir de Sırrı Süreyya Önder’di. Sağ olsun kendisi bana bir mesaj yazdı. Kendisi ile konuşmamızda bana Demirtaş’ın o günlerde Anayasa Mahkemesi’ne gönderdiği bir dilekçeden söz etti. Nitekim Demirtaş dilekçesinde dışarda ne kadar siyasetçiyse, içerde de o kadar siyasetçi olduğunu, dışarıda siyaset yapmak için bir makama mevkiye, koltuğa ihtiyaç duymadığını, içerde de bir beyaz sandalye dışında bir makamı, mevkisi, koltuğu olmadığını ve o beyaz sandalyeye oturarak siyaset yaptığını söylüyordu. Sırrı bey ‘Zınar kardaş gel bu kitabın adını Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi koyalım’ dedi. Ben çok beğendim bu adı açıkçası. Çok yaratıcı bir ad oldu. Demirtaş’ın Beyaz Sandalyesi adı böyle doğdu.

KİTAP 7 HAZİRAN SEÇİMLERİNDEN BAŞLIYOR

Okuyucular ne bulacak bu kitapta?

Kitap 7 Haziran 2015 akşam saatlerinden başlıyor ve hızlıca 4 Kasım 2016’ya geliyor. Yaklaşık 220 sayfalık kitabın yüzde 10’u bu periyodu hızlıca anlatıyor. Aslında bu periyod üzerine ayrıca kitap yazılmayı hak edecek kadar önemli bir süreç. 7 Haziran-1 Kasım (7 Haziran ve 1 Kasım 2015 seçimleri) dönemini kastederek söylüyorum. Ben daha ziyade metodolojim gereği projektörümü 4 Kasım 2016’ya, Edirne Cezaevi’ne, Demirtaş’ın olduğu hücreye tuttum. O günden bugüne, Abdullah Zeydan’ın tahliye olup, Selçuk Mızraklı’nın Demirtaş’ın yanına geçtiği günde bitirdim. Demirtaş’ın evinden alındığı akşam saatlerinden başlıyor ve günümüze kadar gelen süreci anlatıyor. Demirtaş ekseninde yaşanan olayları anlatıyor. Çok sayıda kişi ile görüştüm. Gerek eşi Başak Demirtaş’la, gerek kardeşleri Aygül, Süleyman Demirtaş’la, avukatlarıyla, Abdullah Zeydan’la görüştüm. Zeydan’a Demirtaş’ı sordum. Çok ilginç anekdotlar anlattı. Anekdotlardan bir kısmı basına yansıdı ama basına yansımayan çok anekdot var. Tanıklıklar var. Bizzat Demirtaş’ın anlattığı bilinmeyen olay var. Demirtaş’ı en çok üzen, en çok sevindiren, içerde gözyaşı dökmesine ve kahkahalar atmasına yol açan pek çok olay kitapta okurları bekliyor diyebilirim.

Demirtaş gözaltına alındı ve tutuklandı. Hapis cezaları aldı, ağırlaştırılmış hapis cezası istemiyle yargılanıyor ama hala iktidarın hedefinde olmayı devam ediyor. Neden sizce?

Sandalyesinin gücünden olsa gerek. Çünkü o sandalyede Demirtaş siyaset yapmaya, üretmeye devam ediyor. Siyaset yapmasını sadece köşe yazılarıyla, röportajlarıyla ele almamak lazım. Yazdığı hikayelerle, romanlarla, yaptığı resimlerle, çizdiği karikatürlerle, yaptığı şarkılarla, dışarıya ulaştırdığı ve sanatçıların seslendirdi şarkılarla halka ulaşmaya, siyaset yapmaya devam ediyor. Hakikaten Sırrı Süreyya Önder’in işaret ettiği gibi dışarıda ne kadar siyasetçiyse, en az içerde o kadar siyasetçi. Dolayısıyla dışarıda da Demirtaş hep saldırılara maruz kalmıştı. Çünkü etkili bir siyasetçiydi. Cezaevine etkisi kırılmak için alındı olmadı hatta belki etkisini arttırdı. Hala etkili bir siyasetçi. Dolayısıyla hala kendisine saldırılar devam ediyor.

Demirtaş bütün savunmalarında mahkeme heyetine ‘Muhatabım siz değilsiniz’ diyerek hiçbir zaman tahliye talep etmedi. Siyasi rehine olduğunu söyledi. Kitabınızda bu detaydan söz etmişsiniz. Sizce bu rehinelik ne zaman son bulacak?

Benim kitap çalışmasıyla ilgili görüştüğüm değerli Prof. Dr. Başak Çalı, bu sorunun yanıtını ‘dün’ diye vermişti. Demirtaş hakkında kesinleşmiş Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı var. Hem de bir değil iki tane var. Biri normal daire, diğeri ise bir üst merci olan büyük daire kararı var. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin üst organı olan Büyük Daire’nin ‘Demirtaş derhal serbest olmalı’ kararı gereğince Demirtaş’ın şu an dışarıda olması gerekirdi. Ne var ki Demirtaş hukuken içerde değil, siyaseten içerde. Diğer tüm HDP’li siyasetçiler gibi bir siyasi rehine. Dolayısıyla durumu da hukuki değil. Siyasi yönden ele almak gerekir. Ülkemiz demokratikleştiği zaman, hukuk işlemeye başladığı zaman Demirtaş’ın dışarıda olacağını kestirmek güç olmasa gerek.

ÇÖZÜM SÜRECİNDE İADE EDİLEN FEZLEKELER DAVAYA DÖNÜŞÜYOR

Kitabınızda çözüm sürecinde yaşanan bir detay olan Sırrı Süreyya Önder’in anlatımı var. O dönede hem kendisi, hem de Demirtaş hakkında iki fezleke hazırlandığını, bunların dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in önüne gittiğini, onunda bu fezlekeleri iade ettiğini söylüyor. Çözüm süreci biter bitmez bu iki fezleke davaya dönüşüyor. Demirtaş’ın yargılanmasına baktığımızda süreç hep konjonktürel mi devam etti?

Bunun yanıtının normalde hukukçuların vermesi gerekir ancak durum o kadar açık ki, bu durumu kavramak için hukuki bir bilgiye gerek yok. Sadece Demirtaş değil, Eş Başkanımız Figen Yüksekdağ, o dönem Grup Başkanvekilimiz olan İdris Baluken ve cezaevindeki diğer siyasetçilerimiz için de aynı şey geçerli. Sırrı Süreyya Önder, ben detaylarına çok girmeyeyim kitapta ayrıntılarına yer verdim, o dönemi anlatırken çözüm süreci olduğu için dönemin Bakanı Sadullah Ergin’in fezlekeyi geri gönderdiğini söylemişti. Bu konjonktüreldi.

Sonra çözüm süreci bitince, sona erdirilince de tüm o eski fezlekeler devreye girdi ve iddianamelere ve yargılamalara dönüştü. İlginç nokta şu. Fetullahçılar, iktidarın FETÖ olarak adlandırdığı gruba mensup pek çok savcının hazırladığı iddianameler ile yargılanıyor HDP’liler, sadece Demirtaş değil; Yüksekdağ, Baluken, Kışanak, Van Büyükşehir Belediye Eş Başkanımız Bekir Kaya, Diyarbakır Büyükşehir Belediyemiz Eş Başkanımız Selçuk Mızraklı hakkındaki pek çok fezlekede de Fetullahçı savcıların imzaları var. Acaba başka davalarda da aynı şey söz konusu mu? Kamuoyunda Balyoz, Ergenekon, Şike Kumpas davası olarak bilinen pek çok davada, yine Fetullahçı savcıların hazırladığı iddianameler çöpe atıldı ve o yargılamalar yeniden yapıldı. Oysa söz konusu HDP’liler olduğunda maalesef Fetullahçı savcıların hazırladığı iddianamelerin günümüz iktidarı tarafından, mevcut rejim tarafından sonuna kadar kullanıldığını görüyoruz.

DEMİRTAŞ’A ‘SEN’ DİYE HİTAP EDEN HAKİMLER ‘SAYIN DEMİRTAŞ’ DEMEYE BAŞLIYOR

Yargılama sürecinde Demirtaş’a ‘sen’ diye hitap eden mahkeme başkanları daha sonra ‘sayın’ demeye başlıyor. Kitabınızda yer alıyor bu bilgi. Bu üslup değişikliğinin nedeni ne olabilir?

Demirtaş mahkemede neyi savunduğunu çok iyi biliyor. Kim olduğunu, neyi temsil ettiğinin çok net farkında. Tıpkı mahkemeye çıkan diğer HDP’li siyasetçiler gibi. Bunun örneklerini hepsinin birlikte yargılandığı Kobanê davasında daha net görüyoruz. Belirttiğiniz o durum sadece Demirtaş için değil, diğer tüm HDP’li siyasetçiler için geçerli. Demirtaş’ın tek başına yargılandığı davalardaki duruma dönecek olursak evet avukat arkadaşlar anlattılar. Kitapta da yer verdim. İlk celselerde, Demirtaş’ı ilk karşılarında gördüklerinde mahkeme salonunda veya SEGBİS’te, o üstten, buyurgan, klasik ‘sen’ dilini kuruyorlar. Ama Demirtaş konuşmaya başladığında gerek ürettiği bireysel aura, gerek haklılığı, gerekse halkın gücünü temsil etme gücünü hakimler onda görüyor olmalı ki, en geç bir sonraki celselerde ‘sen’ yerine ‘Sayın Demirtaş’ diye hitap ediyorlar. Hatta bazı hakimler Sayın Demirtaş diye hitap etmekten kaçındıkları ama ‘sen’de diyemedikleri için doğrudan ‘Selahattin Demirtaş’ veya ‘siz’ diye hitap ediyorlar.

CEZAEVİNDE İKİ KİŞİLİK YALITILMIŞLIK

Selahattin Demirtaş ve bir dönem koğuş arkadaşı olan Abdullah Zeydan’ın hiçbir hükümlü ile yan yana gelmediğini, iki kişilik bir yalıtılmışlık içinde olduklarını belirtiyorsunuz. Koridorda da mı hiçbir tutuklu ya da hükümlü ile karşılaşmıyorlar? Cezaevinde nasıl bir uygulama söz konusu?

Demirtaş’ın cezaevi dönemini ve beraberindeki Zeydan’la cezaevi dönemini ikiye ayırabiliriz: Biri pandemi nedeniyle çeşitli kısıtlamaların abartılı şekilde uygulandığı dönem, biri de rutin dönem. Her iki dönemin ortak bazı özellikleri var. Bunlardan bir tanesi Zeydan ile Demirtaş’ın, günümüzde de Mızraklı ile Demirtaş’ın başka hiç kimse ile görüştürülmemesi. Cezaevi idaresi bunun gerekçesi olarak ‘onların güvenliği’ diyor. Yani Demirtaş ile Zeydan’ın, şimdi de Demirtaş ile Mızraklı’nın güvenliğinin sağlanması için herhangi bir tutuklu ve hükümlü ile temas etmemesi gerektiğini söylüyorlar. Dolayısıyla resim saatlerinde, müzik saatlerinde sadece ikisi oluyor. Mesela Zeydan ile Demirtaş bu durum nedeniyle spor saatinde karşılıklı bire bir maç yapıyorlardı. Çünkü maç yapabilecek başka kimse yok. Keza voleybol oynarken yine birer kişilik iki takım halinde oynuyorlar. Cezaevi bunun onların güvenliği için olduğunu söylüyor. Sebep bu bile olsa, sonuçta iki kişilik bir yalıtılmışlık, iki kişilik bir izolasyon içinde yaşadılar ve yaşamaya devam ediyorlar.

YENİ YAŞAM VE EVRENSEL GAZETELERİ VERİLMİYOR

Gazete okuyorlar. Yeni Yaşam ve Evrensel gazetelerini alamıyorlar maalesef. Anayasa Mahkemes’inin aksi yönde kararına rağmen cezaevi idaresi her seferinde yeni kararlarla bu iki gazetenin içeriye girmesini engelliyor. Buna rağmen 6-7 gazete alıyorlar. Halk TV’nin aralarında bulunduğu çeşitli kanalları izleyebiliyorlar. Bu onların dışarı ile bağını sağlıyor diyebilirim.

GÜL YAPRAĞI YASAK

Demirtaş’ın kardeşi aynı zamanda avukatı Aygül Demirtaş’ın cezaevine bir gül yaprağını götürmesinin engellendiğinden söz etmişsiniz. Kitabınızda detayları yer alan o anıyı paylaşır mısınız?

Çok dramatik, çok üzücü bir anı o. Aygül hanım kardeşi ve avukatı, bir gün ziyarete gittiğinde cezaevi bahçesinde bahar mevsimi olduğu için çiçekler açtığını görüyor. Bir gülün yanında yaklaşıyor ve gülün çok güzel koktuğunu fark ediyor. Biraz sonra göreceği ağabeyinin de bu kokuyu almasını istiyor. Gülden bir yaprak koparıp cebine koyuyor. Girişe, x-ray cihazının oraya geçiyor. O sırada bir görevli ‘Avukat hanım cebinizdekini çıkarır mısınız?’ diyor. O gül yaprağı şimdi Diyarbakır’da Aygül Demirtaş’ın kitabının arasında. O gül yaprağı bir gün abisine vermek için bekletiliyor.

Demirtaş gözaltına alındığı sırada Diyarbakır İl Emniyet Müdürlüğü’nde tutulduğu dönemde bombalı bir saldırı yaşandı. Demirtaş Şubat 2021 yılında OT Dergisine verdiği röportajında bu bombalı saldırı bizi tutuklatanların bir planlamasıydı diyor. O saldırıyı IŞİD üstlenmişti sanırım.

Demirtaş, Yüksekdağ ve diğer HDP’li siyasetçilerin cezaevinde olmalarının nedeni hukuki değil siyasi. Dolayısıyla kararı veren de siyasi iktidar. Bugün siyasi iktidar kimse onların cezaevine girme kararını da onlar verdiler. Zaten bunu açık açık söylüyorlar. Saldırıyı İŞİD üstlendi. Saldırının temel nedeni tahmin ediyorum ki, Demirtaş’ın da vurguladığı gibi toplumda bir şok etkisi üretmekti. Demirtaş, Yüksekdağ ve diğer arkadaşları gözaltına alınıp tutuklandığında HDP’nin aktif bir pozisyon almasını engellemek, halkın tutum almasını engellemek, korku iklimini pekiştirmek için bir doz zerk edildi. Bir şok etkisi üretildi. Zaten bir korku iklimi vardı. Ama günlük ani bir şoka ihtiyaç vardı o geniş korku ikliminin içinde. Ama bu halkın Demirtaş’ı sahiplenmesini engellemedi.

Demirtaş hakkında kaç dava açıldı, kaçı karara bağlandı? Kaç yıl hapis istemiyle yargılanıyor?

Demirtaş hakkında çok sayıda dava var. Milletvekilliği bitip dokunulmazlığı kaldırılmasından sonra açılan yeni davalar var. Ama kritik olan bazı davalar var onlardan söz etmek istiyorum. Biri Sırrı Süreyya Önder ile birlikte yargılandığı, hakkında Türkiye Cumhuriyeti hukuk tarihinin o suçlamaya göre en yüksek cezası verilen bir propaganda davası. Hiçbir indirim olmaksızın 4 yıl 8 ay hapis cezası verildi. Demirtaş’ta herhangi bir indirim talep etmemişti açıkçası. Duruşmada son sözü sorulduğunda sözlerimin arkasındayım demişti. Rusya ile uçak düşürülme krizi olmuştu. O dönem iktidarı eleştiren bir konuşma yapmıştı ve bundan ötürü de ceza aldı. Hakkında irili ufaklı küçük küçük cezalar var ama asıl tek başına yargılandığı bir ana dava vardı. 142 yıl hapis istemi ile tek başına yargılandığı dava günümüzde tüm HDP’li siyasetçilerin yargılandığı Kobane davası ile birleştirildi. Kobane davası bir tür HDP ana davası kimliği aldı. Demirtaş’ın ve diğer siyasetçi arkadaşlarımızın davaları orada birleştirilmiş durumda. Orada da her bir HDP’li siyasetçi için 38 kez ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası isteniyor. Yargılama devam ediyor.