Evrensel-Toplumsal hakikatin kişi seçimi… Peker 1

Evrensel-Toplumsal hakikatin kişi seçimi…  Peker 1
Yayınlama: 19.05.2021

Uzun süre oldu yazmayalı, tekrar yazıyla merhaba… Okuyan arkadaşlar anımsar son yazımız da çoban’dan bahsetmiştik…
Alimler, birikerek gelen iktidar-sermaye tekelini, an’ da paylaşım kavgasına tutuşmuşken, hiçte ciddiye alınmayan bir çoban ‘’hakikat bilgisine’’ sahip olup, nasılda işleri (gidişatı) tepetaklak etmişti… Kuantumun ‘’kelebek etkisi’’ de denilebilinir…


Biz daha güncel ve gündem olan bir zeminden hareketle anlatmaya çalışırsak…
Eee madem sen Seyid Rıza’yla başladın, ”farklı taraflardayız ama şık ölüm” dedin, evet farklı taraflardayız ama bildiklerini paylaşmak da, senin ki de şık hareket… Biz de senle başlayalım…


Bir Türkmen kadına zulüm edilir ve bir kadın ölür, intihar eder ya da canına kast edilir bilmem, adliyenin işi, ama her intihar bir toplum cinayetidir mottasıyla, zulümden ölür, nedense Malatya adli tıpta yapılması gerekilen otopsisi, uzmanları ve cihazları olmadan Elazığ da bir doktorcağıza ve yardımcısına yaptırılır, tüm devlet bürokrasisi el ele dosya hızlıca hazırlanır, toparlanır ve kapatılır. Gençliğin tüm enerji ve yaratımı ölüm olur, cenaze olur defin edilir… Bilenler, bir araya gelince konuşanlar, tüm diller, Elazığ da şehir de dahil, lal olur, bir iki cümle konuşan gazeteciler, Yunanistan da mülteci olur…

Kadın toprak olur, zaman akar, anı olur hatıra olur, genç kadın evrenin tüm dinamizmini bedeninden sonra ruhunda toparlar ve bir damla su olur, bir boğazdan girer, ses olur bir kulaktan girer, zihinde düşünce olur, beden olur, bir beden de söz olur, tripot olur, kamera olur ve milyonlara ulaşır, bir kadın zulümden ölür ya, varlığı naaşı ve tüm yaşadığı ile hesap olur, adalet olur…


Sen yaşarsın ya da ölürsün ama sonra’sı kalır… Hep kalır… Hayatın basit döngüsüdür… Onun için deriz amaç temiz olmalı, ama yetmez, amaç temiz olduğu kadar amaca götüren yöntemde temiz olmalı… Çünkü an, sonrasını yaratır… Sonrası kalır…
Böyledir yaşam hesaplamazsın, ama bir kadın sonsuza gidişiyle, erkek-erillik şiddetine maruz kalmış tüm kadınların sembolik varlığı olur ve bu ülkeyi yönetme iddiası olan tüm eril zihniyetin kabusu olur…


Hem de hiç hesapta yokken… Çarpıcı ve bol olasılıklıdır yaşam, koca evren sığmaz ki küçük kafatasına… Bir akıştır, nehir misali, yedi milyar yıldır ve geçtiği her yerin izleri olduğu gibi, akışın da tecrübesi vardır… Öncesi tarih, sonrası ona göre gidecek, sana göre gelecektir… Yönetme iddiası ve realitesi olan tüm mekanizmaların da tarihte karşılığı vardır… Tarih şimdidir ve şimdi tarihin anda-günde görüleni…
Topal bir sivrisinek girer boğazına oradan beynine, bin yılları planlayan ve mevcutta dağ gibi yaşanan firavun ve sistemi alt üst olur…


Musa peygamberdir adı ve topal diye rivayet edilir, ironiktir ayrıca, iktidarın saraylarında en ihtişamlı ve görkemli büyümüştür, prensliğin soylu simgesi ve sistemin yürütücüsüdür… Sistem onun şahsında en garanti yerdeyken, bir ölümlü olay, ardından Medyen’de sürgün, geri dönüş ve yeniden hakikatle inşa ettiği kendinden, Yahudi toplumsallığının felsefe ve ideolojisini, diriliş ve örgütlenmesini yaratır, Firavun sisteminin mitolojik anlatımdaki mucizevi helak oluşu, yıkılışı, yok oluşu gerçekleşir…

Olur…


Eee şimdi kim inanır… Koskoca bir sistemli yaşam da, hem de o yaşamın sarayda yetişmiş-büyümüş, hatta sonradan katil olarak ilan edilen bir prensinin elinden yıkılışa sürükleneceğine… Halkta inanmaz, saraylıda inanmaz…
İnanmaz inanmazlar da, ondan sürer yıllarca Medyen’de ki sürgün, düşünsel yoğunlaşmalar ve ardından tabi ki Mısır’da ki akıl almaz ruhsal ve toplumsal gerilimler… Sonrasında da Sina da süregelen hakikatle, kendiyle, kendi şahsında zamanın toplumsallığı ve evrensellikle çarpışmadaki kişisel boğuşmalar…


Kendinle vuruşarak kurtulursun dogmatizmden… Kimse de olmaz bir çırıl-çıplaklık pratiğidir bu vuruşma… Kazanmayana kadar da dış bakışlara, bu bir pay-rant kapma, yer kapma durumu ya da tersi bu bir zavallılık boş beleşlik hali olarak görünür ve yansır… Kendinle boğuşarak kırarsın düşünsel putlarını ve kurtulursun dogmatizmden, kavuşursun özgür düşünceye-ifadeye… Bu vuruşma da sahici olduğun kadar, anlık planlamaların güç olur, güçlü olur ve bunun da sonrası kalır, inşa ettiğin kişilik bin olur, on bin olur, tarih olur…
Bilemezsin kim…

Yaşayan Olur…


Bilene tarih yol göstericidir ve zengindir, onlarca örnek de sıralayabiliriz… Sonuncu, insanlık önderi ve örneğinden, en çarpıcı olandan alıntılar, verirsek…
Tüm Yahudi Hristiyan ve dönemin halklarının aristokratları demedi mi? Bu kirli ve tozlu Araplardan mı hakikat açığa çıkacak… Ezilenin ezileni bir ezme hali vardır ki, egemen bu yönteme kıskançlıktan patlayıverir… Hata Araplar da kendi içlerin de demedi mi, bizim gibi bilgili, akıllı ve soylular varken bir yetimden zavallı ve sahipsiz sayılabilecek bir çocuktan mı yansır hakikat…

Olur… Ol der olur…


Hadi en traji-komiğini, global ve tamda şimdi yaşananı da söyleyelim…
O kocaman entelektüel, insan-hayvan hatta uzayın haklarını bilen yazan Avrupa, dünyaya hükmeden ABD, onlarla her zeminde yarışacak Çin, Rusya, Hindistan, binmişler mahşerin son ve en yaratıcı üç atlısına – kapital, endüstriyalizm, ulus devlet- Dünyada hatta Ay ve Mars ta, bile her şeyi onlar bilir, onlar yapar, onlar belirler…
Şimdi ne alakası var, kim inanır, Mezopotamya da dört devlet arasında sıkışmış bir avuç Kürt halkımı – ki varlıkları bile ispatlanmak zorunda bırakılmıştır- yeni Moderniteyi ve onun paradigmasını oluşturup güncelleyecek, yaşamda bedenleştirecek…

Olur…



Olmadı mı? Adamının sofrasına bile oturmayan, onun yediklerinden sonra arda kalanla beslenen, adamı yürürken arkasın da yürüyen, bin bir esaret bağıyla bağlı olmak yetmiyormuş gibi, günün tüm inceltmiş sömürüsünü yaşayan Kürt kadını, yarattığı bilgi bilimiyle, yaşanmışlığı ve an da ki toplumsallaşmasıyla, tüm özgürlüklerin önüne cins özgürlüğünü koymasıyla, dünya düşünce öncülerinin de referansını alıp, yoluna büyük çabalarla devam etmiyor mu? Olmuyor mu?
Oluyor…

Olur…


Evrensel-Toplumsal hakikatin dile geldiği eylemselleştiği kişi-toplum seçimi çok çarpıcıdır… Hakikat büyüleyicidir… Nerde kimde açığa çıkacağı onun ve onun için çabalayanın sonucudur… Senin benim belirlemelerimle, istediğimizden, bizim cenahımızdan, yakınımızdan hakikat seslensin, olsun ile olmaz…
Türkiye batı bilimci ve siyasetçilerini anlarım… Anlarım bir mafya bozuntusundan, çete liderinden ne hakikat çıkar denilmesini ama ya biz ..?
İç Anadolu’nun, orta Karadeniz’in hatta bir parça Ege ve Akdeniz içlerinin bir kahvehanesinde Türkiye’nin barışı, demokratik ve adaletli bir noktaya gelmesi, başta Ortadoğu olmak üzere tüm dünyada örnek bir ülke pozisyonuna yaklaşması HDP ile gerçekleşecek desek…
İhtiyaç var ya, yani cesaret etsek de desek…
İlk naif yaklaşım, refleks şu olmaz mı ? Terör uzantısı bir partimi Türkiye de yeni dönemi yaratacak, Rönesans, Reformasyon, Aydınlanma çağı gibi bir çağın kapısını aralayacak ve bizleri dünya sahnesinde hak ettiğimiz yere taşıyacak ? Demezler mi? Derler…


Bir suç örgütü liderinden, bir mafyatik tipten, hatta milliyetçi, Kürt düşmanı birinden mi hakikat açığa çıkacak..?
Bu yaklaşım aynı doğmatizmin kişilerde –coğrafyada- farklı tezahürleri değil mi ..?
Uygarlığın sakat bilmesidir bu tarz… Uygarlığın sınıflaşma teorisinin kişi de bilgi yapısı, yansımasıdır… Hepimiz de, Sağ-Sol siyasette bilme olarak, hakikat yöntemi olarak iliklerine kadar emmedi mi bu gerçekliği… Kent ve uygarlığın oluşması için sınıflaşma şarttı ve tarihsellik ileri bir düzey kazandı… İşte sınıflar oluştu vs… Yıkıldı hem de temellerine kadar, Kürt kadını yıktı… Sınıflaşmanın kişi ve bilme yöntemi üzerinde ki etkisiyledir, herkesi sınıflandırırız, tanımlarız, tanımları netleştiririz, bu tanımlamalar da kendimizi de onur açısından en konforlu alana oturturuz… Tabi bizden ve gurubumuzdan (ideolojik-fizyolojik) iyisi, güzeli mi vardır…

Kendimizi de sınıflandırır-tanımlarız… Tanımlar-sınıflar-kimliklendirmeler netleşti mi artık biz değil, düşünsel olarak yaratıp-inandıklarımız bizi yönetmeye başlar, unuturuz ama… Çünkü kimliklendirme bir tahakküm eylemselliğidir… Esneklik harikası beyin-zihin taş olur… Oldu mu da, En doğruyu da biz biliriz, en ahlaklı da biziz, en cesur da bizden çıkar, tabi ki hakikati her manada kuşanan ve yansıtan benim, biziz… O kötü, o mafya, o düşkün, o bozguncu, o şu, o bu, hatta o tüm kötülüklerin bileşkesi… Suç örgütü ele başısı… Ne de güzel kimliklendirdik ve tanımladık, da …


Al sana şimdi, hadi çık bakalım işin içinden der sana zaman… ZAMAN…
Ve Olur.. Ol der olur… Senin şahsında benim şahsım da onun şahsın da… Olur…
Bütün önyargılarımı yeniden, yeniden ve gümbür gümbür yıkan Peker in diliyle söylersek…
Konuşacağız… Daha çok konuşacağız…
Mafya ne? Terör ne? Oryantalizmin – Batı Avrupa’nın hegomonyası- sonradan türeme bu kavramlarının düşünce sömürgesi ne? Bilmediğimiz bir kültür, tarihimizde olmayan bu kadar kelimeyle konuşur ve düşünürken, hakikate varmanın, gerçeği bilmenin imkanı ne? Bu imkanın yöntemi ne? Ayrıca bu yaşanılanların tarihi nasıl ve ne? E tabi ki ta Sümer e kadar, hatta doğal toplum ya da bilimin diliyle neolitik topluma kadar, yaşanan neydi, güncel yansımaları ne? Kim güçlü ve kurnaz adam, kim güçlü ve toplumsal erkek? Kim mafya? Kim hırsız? Kim terör?

Konuşacağız, daha çok konuşacağız… Hepsini konuşacağız…
Bu yazı dizisi çok uzun olacak…
Ama hakikati konuşacağız, hakikatli konuşacağız…
Hakikati de tanımlarsak… Hakikat gerçeğin uykudan uyanması, bilinçle birleşmesi, anlam olmasıdır… Aşktır hakikat… Aşk nedir, bir bütünleşme haline tırmanıştır… Bütün olma, birleşme halidir… Sadece istediğinle sevdiğinle bütünleşme değildir aşk… Aldatmiyalım kendimizi… Kiminle nerde, nasıl bütünleşeceğini, sadece sen değil, elbette evrensel akış (yaşam) gerçekliği belirliyecektir… Sadece Sen isteyince, tayin edince, iktidarsal-belirlemeci, yaşam da isteyince aşk

olur…


Hükümetin karşısına aldığı koca muhalefet sistematiği hiç kusura bakmasın… Hepsinin çabası bir Peker video su etmiyor, an’da… CHP, İP, SAADET yani Millet blokunun kıskançlığını bir an önce beceremedikleriyle beraber hazım edip, günü doğru siyasetle örmeleri gerekiyor… Hakikat bu, şahsında açığa çıktığı kişisini seçerken, kimsenin gönlü kalmasın demiyor… Hüküm-et’meyi beceremeyenler iktidarı kaybetmekten korkarken, muhalefet iktidar olmaktan korkarken, beraberce unuttuğu temel nokta şu ki, iktidar da bulur alanını-insanını… Toplumsal yönetim boşluğa gelmez… Onun için dedik, defalarca dedik üçüncü yol… Dediklerimizi de konuşacağız…


Türkiye’nin son on beş gününe damgasını vuran o 5 video ve etkileşimi, Türkiye gidişatını çok değiştirecek gibi…
Gücümüz oranın da hepsini yazacağız, konuşacağız… Bu yazı giriş kabilinde olsun istedik…
Bu dönem de ki gelişmelere doğmatizmin değil, geleceği çocuklarımız adına, ahlaki ve politik toplum, onun yaşayacağı beden olan demokratik ulus’la ve Demokratik Türkiye Cumhuriyetiyle oluşturmak, kurmak hepimizin boynunun borcu… Kimse kimse için bir şey yapmasın… Herkes namusunu (nomos-toplumsal ilke) kurtarsa yeterlidir…


O zaman aydınlık gelecek tüm insanlığın olacaktır, yoksa Susurluk’ta ki gibi, bin bir süslü kelimeyle tanımlar takıp, sanki bir yarış varmışta geç kalınmış gibi Avrupa yetersiz biliminin bilmem kaç kitabından bahsedip, misaller oluşturarak, ardında, altın da, üstünde şeytanlar arayarak, hasılı, vicdanı rahatlatmayı ışıkları açıp söndürmekle tamamlayıp, yönetilmeyi meçhule, belki gelecek bir kurtarıcıya bırakarak, ülkemiz, bizler, yirmi yıl kaybettik… Çocuklarımız kaybetmemeli…

Tüm ön belirlemeci kavramsal-kuramsal mantıklardan kurtulup birbirimizi dinlemeyi, anlamayı, en çokta katılmayı ve geleceği ortak yaratmayı başarmak zorundayız… Başaracağız…
Bu kadar büyük solcular gündemdeyken, sen unutulamayacak kadar güzel olan, Yılmaz Güney, senin deyiminle…
Ve mutlaka başaracağız…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.