Türkiye de Çözülemeyen Esas Sorun ‘’TÜRKLÜK SORUNU’’

Türkiye’de Kürt sorunu olarak söyleme kavuşan, esasını batı aydınlanmasının sakat siyasal formundan ve dar Türk milliyetçiliğinden alan, son iki yüzyıldır toplumsal çözüm oluşturmanın önünü tıkayan esas sorun ‘’Türklük sorunudur’’…
‘’Tarih şimdidir’’ şiarından ele alırsak…
1800’ler başında Osmanlı elitleri içinde oluşan ve ideolojik zeminini batı aydınlanmasından, siyasal ve sosyal biçimlenişini Fransız burjuvazisinden, temel esinini Azerbaycan’da gelişen Türk aydınlarından alan, daha genç ve aydın kesim olarak tanınan, Osmanlıca ’’ Jön Türkler’’ yani yeni Türkler olarak ilk Türk milliyetçiliği açığa çıkmıştır… Ulus devlet olarak yönetim mekanizmasını kurgulamış ve bu rejimi dünyaya yaymış olan Batı Avrupa tarafından adlandırılmış olması, merkezi uygarlık hegemonyasının yayılımı gereğidir…

Batı destekli bu akım, 1. ve 2. meşrutiyet dönemlerinden sonra siyasal hakimiyetini geliştirmiş ve 1889’da ‘’İttihat ve Terakki’’ olarak örgütlenmiştir… Önceleri Osmanlıcılık kisvesi altında gizlense de 1913’ten sonra temel ideolojisini “Türkçülük” olarak ifade etmiş ve resmi kayıtlara geçmiştir…

Sivas Kongresi’yle beraber ittihatçı yönetici ve üyelerin öncülüğüyle Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuş ve Sivas Kongresi (4/11 Eylül 1919) bu siyasal partinin ilk kurultayı olarak kabul edilmiştir…

Türk milliyetçiliğinin cumhuriyetçilik, halkçılık, laiklik, milliyetçilik, inkılapçılık ve devletçilik olarak altı okla ifadesini bulan siyasal partisi, Türkiye’nin siyasal particiliğinin temelini oluşturmuş ve geleceğini de belirlemiştir… 1946’ya kadar tek parti -hem parti hem devlet- olması nedeniyle Türkiye siyasal işleyişinin ana mayasını oluşturmaktadır…

1946 sonrası ve günümüze doğru her ne kadar farklı siyasal partiler oluşmuşsa da, CHP ile politik vücut bulan beyaz Türk milliyetçiliği, Türkiye iktidarlarının temel düşünsel zeminlerinin ve yönetim biçimlerinin, yaratıcısı ve yürütücüsü olmuştur…

1970’ler dünyasına gelirken, iki kutuplu dünyada, sosyalizmin gelişmesi ve yayılmasındaki hız, kapitalist modernist merkezi tedirgin etmiş, 1949’da kurulan NATO’ya Türkiye de 1952’de dahil olmuştur… NATO’nun Türkiye’yi sınırı ve sosyalizmin ilerleyişine temel blok alan olarak ele alması, ayrıca 68 Dünya Gençlik Hareketleri’nin etkisi ve Türkiye toplumu içinde gelişmekte olan muhalefetin güçlü bir biçimde açığa çıkması, 1969 yılında Milliyetçi Hareket Partisi’nin kurulmasıyla yeni ve çok daha koyu bir renkle kara Türk milliyetçiliğini oluşturmuştur…

Kapitalist dünya hegemonyasıyla resmi olarak bütünleşen Türkiye iktidar yapısı ve devleti, gelişen sosyalist ve muhafazakar, bütünsel olarak demokratik toplumsal hareketlerin önünü almak için adeta ‘’ölümü gösterip sıtmaya razı etme’’ kabilinden beyaz Türk milliyetçiliğinin ne kadar makul olduğuna ikna etmek için, ırkçı, tek tipçi, şoven kara Türk milliyetçiliğini siyasal bir dalga olarak yaratmıştır…

Sosyalizmin 1980’lere doğru çok güçlü bir şekilde halk arasında gençlikle örgütlenmesi, Deniz, Mahir İbrahim ve daha nice genç öncü mücadelelerin toplumun duygu ve düşüncesinde moral oluşturması, yanı sıra gelişen Kürt siyasal- sosyal hareketlerin, gençlik hareketleriyle hızlıca bütünleşme potansiyelleri ile, öz itibari ile muhalif başlayan islami muhafazakarlar devlet sistemi içine çekilmeye çalışılmıştır… Milli Selamet Partisi olarak kurumsallaşmasını yaratan Erbakan gurubu kapatılan partilerinden sonra disipline edilmiş ve devlet içine alınmıştır… İslami muhafazakarların yarattığı yeni ve yeşil Türk milliyetçiliği de yönetimde pay sahibi olmaya başlamıştır…

2000’den sonra ülke yönetimi yeşil Türk milliyetçiliğine bırakılmış, Türk islam senteziyle Ortadoğu’ya model olacak şekilde kurumsallaşmıştır… Yönetimde sıkıştığı her an Beyaz Türk milliyetçiliği destek olmuş, ilk etap zorlandığı durumlarda ve sonrasında tamamen, kara Türk milliyetçiliği çizgi belirleyen ortağı olarak konumlanmıştır…

Türkiye’nin son yüzyıllık tarihinde yaşanan her türden Türk milliyetçiliği hiçbir dönem sorunları çözmek ve Cumhuriyetçilik üzerine ülkeyi yönetmemiştir… Özellikle 1970’lerden sonra gelişen Kürt örgütlenmelerini Türk milliyetçiliği ile çözecek ve ortaklaşacak hiçbir parti programları tüzükleri ve zihniyetleri olmamıştır…

Yönetim olan Türkiye siyasal yapıları, varoluşsal olarak hep Türk milliyetçiliği üzerinden kurulmuş ve aynı hastalıktan da yıkıma uğramışlardır… Sorun milliyetçi olmak değil, millliyet-çilik-i siyasal yöntem olarak uygulamaktır… Bu yönetim yöntemi Türkiye’ye 100 yıldır büyük bir ayak bağı olmuştur…

Güncel yönetim ve yaşam, liyakat ve emek üzerine değil, bir bütün Türk olmak ve milliyetçilik yapmak üzerine kurulmuştur… Türk değilsen bile Türklük üzerine naralar atmak, en büyük çıkar odağı, maddi kar alanı, güvenlik ve konfor zemini oluşturmuştur… Ülkemiz insanın üretimi, dayanışması, özgür ve refah yaşamı sakat edilmiştir… Dünya devletleri ve milletleriyle ortaklaşma ve diplomasi gücü kısırlaştırılmıştır…

Milliyetçilik, milli olma, milletini sevme, milletinin başarısı ve üretiminin güçlü olması milliyetçiliği değil, hep ve daima hakim, hegemon, üstün olma ve bunu tüm Türkiye’ye kabul ettirme üzerine kurumsallaşmış bu mantık, ne yazık ki çağ dışı olarak kalmıştır…

Günümüz dünyasının, toplumsallığının ve insanının hiçbir sorununa çare olamayacak bu dar ve sığ anlayışın, ülkeyi 100 yılda ve özellikle son yirmi yılda getirdiği sorunlar yumağı, tüm Türkiye halklarının boğazında bir kördüğüme dönüşmüştür…

Ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, eğitim, sağlık, güvenlik, afet tüm yaşam alanlarının SOS vermesinin temelinde de bu anlayış yatmaktadır…

Dönemine göre genç ve aydın olarak nitelendirilen, batı dünyası tarafından desteklenen bu anlayış, günümüzde simgeleştiği parti başkanlarında olduğu gibi artık yaşlı(en az 70) ve geleneksel olarak, dünya diplomasisinin de tasvip etmediği ama günü gününe çıkar ilişkilerine göre değerlendirdiği bir pozisyona sürüklenmiştir…

Şimdi gelirsek güncel tartışmalara ve CHP genel başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu‘nun sözlerine…

‘’Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. HDP’yi resmi organ olarak görebiliriz’’ açıklamasına…

Gerçekçi yaklaşmak gerekirse gelmiş olduğu ve beslendiği temel mantığa göre çok büyük bir gelişme, zaten kara ve yeşil Türk milliyetçiliği “yok öyle bir sorun” diyerek çizgiden çıktığını belirledi… Farkında olmadıkları, bu kötü ve daha az kötünün pozisyonları arasında, az kötüye mahkum kalma Kürtlerin çok gerisinde kaldığıdır… Mahkumiyet bilinci özgürlüğe evrilmiştir…

Ayrıca, Sayın Kılıçdaroğlu bir istemden ve gelecek projesinden değil bir ihtiyaçtan bahsediyor… Bu ihtiyacın temel öznesi yine ve her zaman ki gibi Kürtler değil… Türk milliyetçiliğinin yönetim mekanizmasının, asgari dünya seviyesinde tutunabilmesi için her anlamda Kürtlerin yok sayılan haklarını çözmesi bir ihtiyaçtır… Dönem düşünüldüğünde kendileri için olmazsa olmazdır… Elbette devleti kuran ve on yıllarca tek başına yöneten anlayışın, Kürtsüz ve mevcut uygulanan Kürt politikası ile hiçbir yere varamayacağını kavraması ve söyleme kavuşturması oldukça değerli, önemlidir…

Ama yüzyıl geçmesine rağmen hala yanı başında, en az onlar kadar Türkiyeli, Türkiye gerçekliğinin yapımında ve ilerleyişinde pay sahibi Kürtlerle ortaklaşmayı taktiksel ele alması düşüncelerine dair bir noksanlıktır… Kendilerinin hala insani olarak ortak halkları, kendi kalkınmaları için bir ihtiyaç olarak görmesi de, başlıkta bahsettiğim ‘’ Türk sorunun’’ tam da kendisidir…

Türkiye meclisinin 3. büyük, iktidarın yanlış politikalarına karşı tek demokratik siyasal mücadeleyi yürütmüş olan partisini, meşru bir organ olarak görebilmeye çalışması, bu sözlerinin sözde muhalif medya kanallarında “vur patlasın çal oynasın” sevinciyle, aydınlanma ve büyük vizyon olarak değerlendirilmesi de, ayrıca takdire şayan bir gelişmedir…

Türk milliyetçiliğinin üstenci, elitist, kaba aydın görüşünü aşamayan bu yaklaşım, bırakın bir soruna çözüm olmasını, sorunun tam da kendisidir…

Türkiye’nin tüm sorunlarına çözüm politikası olan ve resmi olarak açıklayan, dünya ulus-devlet siyasal partilerinin tamamının dikkatle takip ettiği, program-tüzük-işleyiş itibari ile öncü model olan HDP, Türkiye’nin tüm sorunları başta olmak üzere, Kürt haklarının çözümü konusunda, elinde çözüm önerisi “yaşam modeli” olan meclisin tek partisidir… Elbette muhattaptır…

TBMM’yi resmi olarak temsil ettiği rasyonel, Kürt’leri temsil etmesi iddia düzeyindedir…

Muhattap demişken, Kürt toplumsal haklarının temel muhattaplarını tüm dünya biliyor, muhattaplıkta muğlaklık yaratma, çelişkiler oluşturma, yeni yeni rol modeller yaratıp, medyada algı oyunlarıyla birbirine tokuşturma çabası, Kürt sorunu çözümü adı altında KDP’yi ziyaret etme ve daha türlü türlü entrikalarda artık komik bir hal almaya başlamıştır… Kürtler Ortadoğu başta olmak üzere dünyaya politik düzlem oluşturuyor, bu oyunlara gelmiyor, artık Afrika’da anlaşıldı ülkemizde daha anlaşılmıyor mu?

“En son babalar duyar” derler, babalığa bu kadar oynamaya çalışınca kulaklar ağırlaşır, Kürtçe “ev sahibinin gözü kördür.” derler bu kadar sahipliğe oynamak körlüğe yol açar… Bildiğimiz için, anlamakta zorluk çekmeleri ve idrak çabaları önemlidir ama Kürdü kandırmak ve dönemine göre taktiksel yaklaşmak, hepimize çok kaybettirdi ve hala kaybettiriyor… Bu dar kıskaçtan çıkılması ve Kürt’ü ortak bir halk, HDP’yi de dönemine göre öncü, tüm yönelimlere rağmen mücadele eden ve daha da güçlenen bir halklar partisi olarak görmek, Türkiye’ye kazandıracak ve Ortadoğu’ya örnek teşkil edecektir…

Ayrıca, Kürt toplumsal haklarının yasal düzeyde ve uygulamada tanınması da bir muhataplık meselesi değil, bu tartışmayla gizlenmeye çalışılmamalıdır… Ülkemizdeki tüm yönetim mekanizmalarının ilk ve esas görevidir…

Tarih şimdidir dedik, geçmişte canlıdır… Unutmadık…

AKP’nin mevcut rejimi, CHP başta olmak üzere muhalefet olanların – ki diğerleri zaten AKP ve MHP den kopma partilerdir- ortak emeği, çalışması ve kanaati olarak şu ana geldi… Bu gelişte demokratik siyasal karşı duruşu geliştiren, ağır bedel ödeyen, hala kapatma davaları ile uğraşan siyasal parti yine HDP oldu…

Hala mı HDP ve meşruiyet tartışmaları… Hatırlatalım… Eşgenel başkanlarını tutuklayıp, yönetimlerine kayyum atarken, beraber yarattığınız bu gemi artık batıyor ve bu küçük salvolarla hiçbir şey değişmeyecektir… Bu anlayışı sürdürme ve/veya döneme göre sözde küçük tavizlerle anı kurtarma, Türkiye’nin hak ettiği demokratik ve özgür Türkiye’yi yaratmayacaktır…

Çok anlatmak ve anlaşılması gerekiyor… Halklar tarafından meşru olmayan, dönemine göre renklenen beyaz kara ve yeşil dar Türk milliyetçiliğidir, bu anlayışın ülkemizi getirdiği nokta uçurumun kenarıdır, meşruluk tartışması tam da bu anlayışın kendisindedir… Mevcut Türk milliyetçiliğini kurgulayan bilinç ve yürütmesi ile sorunlar çözümsüz kalıyor… Türkiye’de yönetim mekanizmalarının ve siyasal partilerin bu anlayıştan kurtulması, demokratik cumhuriyeti düşünebilmesi ve programını yaratabilmesi hayati önemdedir…

Yoksa altı partinin bir araya gelmesi, medyasının da iktidar nidaları atması, tekrar etmekten, tarihin tekerrüründen ibaret kalır…

Gerçekçi yaklaşmak önemli, gemi batıyor, ne gemiden kaçmanın, ne de batan geminin malları zaten çaresizlikten gelir benim olur anlayışının, kimseye kazandırabileceği bir şey kalmadı… Yüzyıldır tekrarlanan oyunu çevirip çevirip, cilalayıp cilalayıp halka tekrar sunmanın da bir gelecek yaratmayacağı çok belli… Doğru, özlü, sahici bir dayanışma tüm sorunların çözümü olacaktır ve bu noktada elbette HDP ve Kürtler de belirleyici ve en temel öznedir…

Türkiye’nin bu anlamda hızlıca renkli ve bol tonlu dar milliyetçilikten beslenen ‘’Türklük Sorununu’’ çözmesi, demokratikleşmesi, gerçekten bir bekaa sorunudur ve yarınlar adına hayati önemdedir…

Bunun da mı bedelini Kürtler ödesin ve çözümünü yaratsın…