Demirtaş gazetecilere gönderdi

Demirtaş gazetecilere gönderdi
Yayınlama: 26.01.2021

HDP’nin tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bir grup gazeteciye gönderdiği mektubunda suçlandığı konularla ilgili avukatlarının hazırladığı kapsamlı bilgi notlarını paylaştı.

4 Kasım 2016 tarihinden bu yana Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP’nin eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, bir grup gazeteciye bugün mektup gönderdi. Gönderilen mektuplarda Demirtaş’ın suçlandığı konularla ilgili avukatlarınca hazırlanan kapsamlı bilgi notları yer aldı.

Demirtaş, mektubunda şunları kaleme aldı:

“Bildiğin gibi, dışarıda HDP üzerinden, özellikle de benim adım üzerinden zaman zaman yoğun tartışmalar yürütülüyor. Sen de bu tartışmaları görüyorsundur.

Cezaevi imkanları ölçüsünde, tüm gelişmeleri takip etmeye çalışıyorum. Elbette bana ve HDP‘ye yönelik eleştirileri büyük bir saygıyla karşılıyor, eleştirilere değer veriyor, onları anlamaya çalışıyorum. Geçmişteki siyaset tarzımız, söylemimiz, pratiklerimiz konusunda özeleştirel yaklaşmak gerektiğine de samimiyetle inanıyorum.

MUHALEFET ÖZELEŞTİRİDEN KAÇMAMALI

Ayrıca bunu tüm siyasetçilerin yapması gerektiği kanaatindeyim. Bizler dört dörtlük siyaset yaptığımızı iddia edersek sadece kendimizi kandırmış oluruz. Nihayetinde Türkiye bugün bu haldeyse her siyasi aktörün kendi ölçüsünde sorumluluğu var, buna muhalefet de dahil. Barışı sağlayamadık, demokrasi getiremedik, ekonomi çöktü, toplum ağır bedeller ödüyor. Başarılı olsaydık bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Durum bu kadar nettir. Bence bu saatten sonra mazeretlerin arkasına sığınmanın da bir anlamı yok. Muhalefet topluma güven vermek istiyorsa özeleştiriden kaçmamalı, olgun bir şekilde özeleştiri verebilmelidir.

Değerli arkadaşım,

Bütün bunlarla birlikte, ben ve HDP üzerinden, son beş yıldır, hükümetin sistematik şekilde yürüttüğü kampanya bir eleştiri kampanyası değil, iftira ve kumpasa dayalı, medya ve yargı eliyle yürütülen bir linç kampanyasıdır. Benimle ilgili medyada yazılan, çizilen, söylenen neredeyse her şey, bariz bir yalan ve iftiraya dayanmaktadır. Bazı sözlerim bağlamından koparılarak algı oluşturulmaya çalışılmıştır.

KUMPASLARI BİR BİR ÇÜRRÜTTÜK

Hakkımdaki tüm kumpas suçlamalarını mahkemelerde bir bir çürüttük ve bunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) önünde de ortaya koyup haklı bir şekilde davayı kazandık.

Bana yönelik temel suçlamalarda işin aslının ne olduğunu detaylıca bilmen için, avukatlarımın hazırladığı bir dosyayı ekte sunuyorum. Dosya belki biraz uzun olacak ama zaman ayırıp tümünü okuyabilirsen kumpasın ciddiyetini (veya ciddiyetsizliğini) daha net görmüş olacaksın. Bu dosyayı, mesleki çalışmalarında yardımcı olmasını umarak da iletiyorum.

Benimle ilgili son beş yıldır o kadar yoğun şekilde ve korkunç bir algı operasyonu yürütüldü ki, mahkemeler, dışarıda üretilen algı ile dava dosyamın gerçeği arasındaki uçurumda sıkışıp kalmış durumdalar. Biat etmiş yargıçlar, hakkımda üretilen algıya uygun şekilde yargılama yapıp bir an önce iktidarın beklediği ağır cezaları vermeye çalışıyor ve bunu yaparken Anayasa’yı, yasaları yerle bir ediyorlar. Birazcık hukuk vicdanı taşıyanlar ise korkudan ne yapacakları bilemez durumdalar. Çünkü koskoca Cumhurbaşkanı’nı yalancı çıkaracak bir karar vermenin maliyetine katlanmaktan çekiniyorlar.

Ve elbette bütün bunlar seçim kazanmak uğruna yapılıyor. AİHM Büyük Dairesinin hakkımda verdiği kararda da belirtildiği üzere, Cumhuriyet tarihinin en önemli referandumu ve cumhurbaşkanlığı seçiminde, Erdoğan rakiplerini hapse attırarak kendine siyasi üstünlük sağlayıp seçimleri öyle kazanmıştır. Bu karar bile başlı başına, 16 Nisan referandumu ile cumhurbaşkanlığı seçiminin meşruiyetini tartışmalı hale getirmiştir.

‘HAKİKAT BİLİNMELİ’

Şimdi sırada, aynı yöntemlerle 2023 seçimlerini kazanma hesabı var. Beni ve HDP’yi “terörist” ilan edip kriminal hale getirerek, belki de göstermelik bir yargılama sonucunda “hükümlü” pozisyonuna düşürerek ya da partiyi kapatarak muhalefet bloğunu iyice sıkıştırmak hedefleniyor. ”Bağımsız Türk yargısı“ tarafından verilecek olası bir karara saygı duymayıp HDP’ye selam veren herkesi daha ağır bir saldırı dalgasına tabi tutarak “terör destekçisi” ilan etme kampanyasını üst boyuta taşıyacaklar. Bu nedenle ekte sana gönderilen bilgiler, hakikatin bilinmesi açısından olduğu kadar Türkiye’nin geleceğini ilgilendiren son derece önemli bir seçime giderken oluşacak siyasi dengeler açısından da hayati önemdedir.

Bizler her koşulda, barışın ve özgürlüklerin savunucusu olmaya, içeride veya dışarıda bunun mücadelesini yürütmeye kararlıyız. Bugüne kadar bir kez olsun mahkemelerden tahliyemi talep etmedim çünkü beni tutuklayanlar onlar değildi. Bu tutumumda herhangi bir değişiklik de olmayacaktır. Senden ricam halkın, ezilenlerin, yoksulların, ötekilerin, yarınlarımızın yararına bir tutumla hukukun, adaletin, haklının yanında olmaya cesaretle devam etmendir. Er veya geç, ülkemizi hep birlikte düze çıkaracağımıza yürekten inanıyorum.

Bu vesileyle sana, ailene ve tüm dostlara içten selam ve sevgilerimi iletiyor; mutlu, sağlıklı ve özgür yarınlar diliyorum.”

Demirtaş’ın bu satırları kaleme aldığı mektubu ile birlikte Kobanê eylemleri başta olmak üzere hakkındaki suçlamalara dair avukatlarınca hazırlanmış bilgi notları yer aldı. Yöneltilen kimi suçlamalar ve bunlara dair verilen yanıtlar şöye oldu:

Kobanê üzerinden HDP’ye kumpas

6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse en küçük bir imada bile bulunmamıştır. Öyle ki, 7 Ekim’de Islahiye’de mülteci kampında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, HDP’nin şiddet çağrısı yaptığına dair tek bir kelime bile etmedi.

Çünkü ortada öyle bir şey yoktu. Şiddet, Erdoğan’ın “Kobanê düştü, düşecek” ifadesi üzerine başladı. 2014 yılında, Suriye ve Irak’ın birçok yerinde olduğu gibi Kobanê’de de IŞİD barbarlığı yaşanıyordu. IŞİD’in kan donduran katliamlarına karşı tüm dünyada ve Ağustos 2014’ten itibaren Türkiye’de de son derece etkili protestolar yapılıyor ve dünya kamuoyunun ilgisi giderek Kobanê üzerine yoğunlaşıyordu. Uluslararası koalisyonun IŞİD’e müdahalesini talep eden sesler, artık dünyan ın dört bir yanından duyuluyordu. Türkiye’de 2013 yılında başlayan çözüm sürecinde ise artık PKK’nin silahları tümden bırakacağı, demokratik çözümün gerçekleşeceği aşamaya gelinmişti.

O dönemde benim de eş genel başkanı olduğum HDP, çözüm sürecinin siyasi aktörlerinden biriydi. Sürecin en hassas noktası, tüm tarafların ve kamuoyunun birbirlerine güvenlerinin sağlanması ve şeffaflığa olabildiğince özen gösterilmesiydi. Çözüm sürecine dair eksiğiyle doğrusuyla söylenecek çok şey var ama tüm taraflar ve kamuoyu, bu sürecin içinde iyi niyetle yer almış veya süreci desteklemişlerdi, bunu belirtmekte yarar var.

6 EKİM 2014’E GİDERKEN DURUM NEYDİ?

Şimdi bu kısa hatırlatmadan sonra, sözüm ona genişletilen, Kobanê bahaneli siyasi operasyonlara dair birkaç şey söylemek istiyorum. Altı yıldır kesintisiz bir şekilde sürdürülen siyasi, polisiye, yargısal, medya linci şeklindeki operasyonlara gerekçe gösterilen tek delil olan, HDP Twitter hesabından paylaşılan açıklama neden yapıldı? Öncelikle, bunu bir kez daha açıklayayım.

Haftalardır süren protestolara rağmen maalesef IŞİD saldırıları yoğunlaşmış ve Merkez Yürütme Kurulumuzun (MYK) toplantıda olduğu o saatte, artık IŞİD’in Suruç’taki Mürşitpınar Sınır Kapısı’nı ele geçirmek üzere olduğu haberleri basına düşmüştü. Türkiye’den Kobanê’ye giden ve gidecek olan yardımların Kobanê’ye tek ve son giriş noktası bu kapıydı. Daha birkaç gün önce, 1 Ekim’de dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığımız görüşmede, Türkiye’nin Kobanê’ye yardım etmesi konusunda gereğinin yapılacağını, bunun hem iç barışımız hem bölgede yaşayan diğer Kürtlerle iyi ilişkiler hem de çözüm sürecinin başarısı açısından tarihi önemini karşılıklı teyitlerle ifade etmiştik.

Çözüm sürecinde diyalog içinde olduğumuz AKP hükümetine de o tarihe kadar HDP Genel Merkezi olarak sert eleştiriler yöneltmemiş, Hükümeti protesto etmemiştik. Sürekli diyalog halinde, sorunları çözmeye çalışıyorduk. Nitekim Sayın Davutoğlu ile 1 Ekim 2014’te yaptığımız görüşmenin ardından görüşmenin olumlu geçtiğini belirtmiş, Hükümete teşekkür etmiştim.

Ancak aradan geçen beş güne ve söz verilmiş olmasına rağmen Hükümet Kobanê’ye yardım için tek bir adım atmamıştı. 6 Ekim 2014 akşamı, Kobanê’de gelinen durumun vahametini ve aciliyetini hem kamuoyuna duyurarak duyarlılığı artırmak istedik hem de ilk defa AKP’yi eleştirip protesto ettik. Bizim MYK olarak o tweet’lerdeki mesajları yayımlarken tek kaygımız, AKP’yi protesto ettiğimiz için çözüm sürecindeki diyalog zemininin zedelenip zedelenmeyeceğiydi. Ama nihayetinde, Kobanê’de bir katliam yaşanırsa bunun çözüm sürecine daha fazla zarar vereceğine karar verildi ve benim de aynı anda Sayın Davutoğlu ile telefon görüşmesi yaparak durumu kendisine de aktarmamın yararlı olacağı kararlaştırıldı. Ben de Başbakan Davutoğlu ile yaptığım 12 dakikalık telefon görüşmesinde, gelişmeleri ve bizim tavrımızı kendisine aktardım. Ne dediğini, arzu ederse ve hatırlıyorsa kendisi açıklar.


HDP’nin 6 Ekim akşamı saat 21.50’de yayımladığı açıklamadan sonra Türkiye’de ve dünyanın birçok yerinde çeşitli gösteriler yapıldı. Ki zaten bu gösteriler Ağustos 2014’ten itibaren yapılan gösterilerin bir devamı niteliğindeydi ve etkili de oldu. Ancak tek bir şiddet olayı, yaralanma ya da ölüm meydana gelmedi. Zaten ertesi sabah hiçbir gösteri ya da olay da yoktu. Her yer sakin ama kaygılı bir bekleyiş içindeydi. Biz HDP olarak Kobanê sınırındaki Suruç’ta kitlesel bir mitingin yapılmasının iyi olabileceğini tartışıyor ve bunun imkanlarını araştırıyorduk.

ŞAYET GERÇEKTEN DE HDP ŞİDDET ÇAĞRISI YAPTIYSA NEDEN KİMSE BUNDAN SÖZ ETMEDİ?

Şimdi dikkatinizi şu çok önemli noktaya çekmek istiyorum: 6 Ekim’de de 7 Ekim’de de 8 ve 9 Ekim günlerinde de, HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı içerdiğine dair hiç kimse tarafından en küçük bir imada bile bulunulmamıştır. Öyle ki, 7 Ekim günü Gaziantep Islahiye’de mülteci kampında konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan, konuşmasında HDP’nin şiddet çağrısı yaptığına dair tek bir kelime bile etmedi. Etmedi, çünkü ortada öyle bir şey yoktu. Şayet HDP’nin açıklaması, iddia edildiği veya iftiraya konu edildiği gibi “ortalığı yakın, yıkın” çağrısı idiyse ülkenin cumhurbaşkanının, söz konusu çağrıdan bir gün sonraki konuşmasında “Provokasyona gelmeyin, HDP’nin çağrısına uymayın, ortalığı yakıp yıkmayın, şiddeti durdurun” demesi gerekmez miydi? Gerekirdi. Ama öyle bir şey demedi. Çünkü ortada ne şiddet vardı ne de HDP’nin çağrısını şiddet olarak anlayan tek bir kişi.
Peki HDP’nin çağrısından sonra Başbakan, TBMM Başkanı, İçişleri Bakanı veya muhalefet partilerinin “HDP ortalığı yakıp yıkmaya çağırıyor, provokasyona gelmeyin, bu çağrıya uymayın” şeklinde bir açıklaması var mı, yok. Çünkü ne şiddet var ne de HDP’nin açıklamasının şiddet çağrısı olduğuna dair en küçük bir algı var. Eğer bir parti “ortalığı yakın, yıkın” diye bir çağrı yapıyorsa ülkeden resmi veya sivil düzeyde tek bir uyarı da mı gelmez? Gelmedi. Çünkü ortada şiddet çağrısı yoktu.

ŞİDDET, ERDOĞAN’IN ‘KOBANÊ DÜŞTÜ, DÜŞECEK’ İFADESİ ÜZERİNE BAŞLADI

Peki buna rağmen nasıl oldu da bunca şiddet, katliam ve yıkım yaşandı? Size yine, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 7 Ekim 2014 tarihli konuşmasını hatırlatmak durumundayım. Ne demişti orada? “Kobanê düştü, düşecek.” İşte provokasyonları tetikleyen cümle budur. Bu konuşmadan sonra birkaç yerde insanlar yeniden gösterilere başladılar. Çünkü ülkenin cumhurbaşkanı, Kobanê’ye yardım edeceği yerde -hani çözüm süreci de var ya, hani Kürtlerle barış oluyor ya, hani analar ağlamayacak ya- adeta keyifle Kobanê’nin az sonra düşeceğini ilan ediyordu. Ve ilk provokasyon da bu konuşmadan hemen sonra yaşandı. Muş’un Varto ilçesinde, polis göstericilere ateş açarak 25 yaşındaki Hakan Buksur adlı HDP’liyi katletti. Aynı gün, toplam 13 kişi daha, kimliği belirsiz veya gizlenen kişilerce katledildi. Dolayısıyla provokasyonlara, HDP’liler katledilerek başlandı.

KENDİNİZİ AKILLI, HALKI APTAL MI SANIYORSUNUZ?

Peki HDP’lileri öldüren, halen en küçük bir araştırma yapılıp kim olduğu bulunamayan Varto’da görev yapan polis dahil olmak üzere, tüm katiller HDP’nin çağrısıyla mı harekete geçip HDP’lileri öldürdü? Aklımızla alay mı ediliyor? Yakılan iş yerlerinin tamamına yakını HDP’lilere aitti. Bunu da HDP’nin tweet’lerini okuyan HDP’liler mi yaptı? Siz kendinizi akıllı, halkı aptal mı sanıyorsunuz? Ellerine silah tutuşturulup ortalığa salınan Hizbi Kontra üyelerinin ve IŞİD destekçilerinin halk tarafından bilinmediğini, bunların sonsuza kadar gizli mi kalacağını sanıyorsunuz? Yandaşlarınızın IŞİD hayranlığı ve propagandasıyla halkı nasıl tahrik ettiğini unutacağımızı mı düşünüyorsunuz? Bazı güvenlik personellerinin Kobanê sınırında IŞİD’lilerle samimi bir ilişki içinde olduklarını gösteren görüntüleri kimsenin görmediğini mi sanıyorsunuz? Yoksa şiddeti ve provokasyonları büyütmek için yangına körükle giden güvenlik güçlerini unutacağımızı mı sanıyorsunuz?

SORUMLULUKTAN KURTULACAĞINIZI MI SANIYORSUNUZ?

Hükümetin emrindeki dört istihbarat kurumu ve onca güvenlik gücüyle önceden tespit etmeyi ya da durdurmayı, önlemeyi başaramadığı tüm o vahşetin sorumluluğunu, bir muhalefet partisi olan HDP’nin üstüne yıkarak sorumluluktan kurtulacağınızı mı sanıyorsunuz?

Ya da tüm provokasyonları ve şiddeti HDP’nin desteğiyle durdurmayı başardıktan sonra Hilal Kaplan ve Abdülkadir Selvi isimli kişilerin, yalanlarla algı yaratmak için doğrudan ismimi vererek “sokağı yakın, yıkın” çağrısı yapmışız gibi ilk linç operasyonlarını ahlaksızca başlatan yazılarını unuttuğumuzu mu düşünüyorsunuz? Bu isimlerin halen Pelikan adlı ilginç (!) yapıyla anıldığını, bu yapının ülkede başbakan devirdiğini, bütün bu sürecin ve HDP’ye yönelik 4 Kasım operasyonunun anayasal düzeni fiilen değiştirmeye yönelik olduğu iddialarının sonsuza kadar araştırılmayacağına mı inanıyorsunuz?

Sadece Kobanê katliamları değil; 5 Haziran 2015 Diyarbakır, 20 Temmuz 2015 Suruç, 10 Ekim 2015 Ankara katliamlarının azmettiricisi ve destekleyicisi olan siyaset, yargı, medya ve bürokrasi ayaklarının IŞİD’e nasıl destek verdiklerinin ilelebet gizli kalacağını mı sanıyorsunuz? Bazı medya tetikçilerinin, siyasetten gelen gizli talimatlar doğrultusunda yargıdaki çete yapılanmasının işini kolaylaştırmak için yıllardır kamuoyu algısı yaratmakla yalan ve iftiraya dayalı medya linci kampanyalarını düzenlemekle görevli oldukları da bu kişilerin isim isim kim oldukları da biliniyor. Bir gün hukuk işlemeye başlayınca ortaya çıkacak belgeler ve deliller, sahiplerini bile şaşırtacak, emin olun.
Siyasette ve sandıkta baş edemediğiniz HDP’yi yargıdaki, medyadaki çeteleriniz aracılığıyla alt edebileceğinize gerçekten inanıyor musunuz?

Altı yıl sonra yeniden yeniden tutuklanıp yargılandığımız ve gerçekte sorumlusu değil mağduru olduğumuz Kobanê katliamlarını, kumpas gizli tanıklarıyla üzerimize yıkabileceğinize, sorumluluktan kurtulabileceğinize gerçekten de inanıyor musunuz? Bu kumpasın bir gün tüm yönleriyle aydınlanmayacağını mı düşünüyorsunuz?

Bugün yaslandığınız faşizmin hep var olacağına ve yaptığınız her şeyin yanınıza kalacağına gerçekten inanıyor olmalısınız. Çünkü sahiden de çok cesur (!) ve pervasızsınız. Bizi korkutup yıldıracağınızı düşündürtecek ne yaptık ki, direnmekten başka? Ama şundan emin olun, etrafınızdaki çember daralıyor ve yargıya hesap vereceğiniz günler yaklaşıyor. Size tavsiyem, korkun. Çünkü biz halka güveniyoruz, Hakk’a ve halka sığınıyoruz. Siz neyinize güveniyorsunuz?

Bağlamından koparılan, “PKK terör örgütü değildir” sözlerinin gerçeği

Selahattin Demirtaş’ın 24 Nisan 2012 tarihinde ABD’nin başkenti Washington DC’de bulunan Brooking Enstitüsünde katıldığı bir paneldeki konuşmasının bir bölümü, konuşmasının bağlamından koparılarak Demirtaş aleyhine algı oluşturmak amacıyla kullanılmıştır. İlgili bölümün ses çözümü aşağıdaki şekildedir.

Soru: Burada dikkate alınması gereken bir olay, 800 kiloluk bir gorilin odada olması ve o da PKK. Yani, bu, sizler kendi pozisyonunu nasıl açıklıyorsunuz? Siz PKK’ye ne kadar yakınsınız? PKK’nin kullandığı yöntemleri nasıl görüyorsunuz? Bu konudaki sizin düşünceniz önemli.

Demirtaş: Evet, şimdi, her şeyden önce, PKK 30 yıldan daha fazla bir süredir Kürt sorunu, Kürt halkının hakları için silahlı mücadele yöntemini seçmiş bir örgüttür. Biz PKK’yi silahlı bir halk hareketi olarak tanımlıyoruz. Biz bugüne kadar, 1990’dan bugüne kurulmuş hiçbir partimiz, PKK’yi terör örgütü olarak tanımlamadı. Çünkü halk tarafından da desteklenen ama şiddet yöntemini tercih etmiş bir örgüt olarak tanımladık kendisini.
Ancak bizler, şiddeti bir çözüm yöntemi, silahı da bir çözüm yöntemi olarak tercih etmediğimiz için, 1990’dan bu yana demokratik siyasal mücadele yürüten bir partiyiz. Ve bizler, partimize oy veren insanların çok önemli bir kısmının da aynı zamanda PKK’ye sempati duyduğunu da biliyoruz.

Ancak bizim PKK ile aramızda organik bir ilişki, organik bir bağ hiçbir zaman olmadı. Sein Fein-IRA ilişkisinde olduğu gibi iç içe geçmiş örgütler değiliz. Biz PKK’yi doğrudan veya dolaylı, hiçbir şekilde temsil etmiyoruz. Biz BDP olarak, aldığımız oylarla elde ettiğimiz meşruiyete ve taleplerimize dayanarak kendi partimizi, sadece kendi yönetimimizi temsil ediyoruz.

Ancak şunu da biliyoruz ki, PKK de Orta Doğu’da ve Türkiye’de özellikle, bir realitedir. Dolayısıyla Kürt sorununun çözümü sürecinde, dikkate alınması ve bir şekilde temasa geçilerek ikna edilmesi gereken bir aktördür diye düşünüyoruz.

Ve biz bu siyasi çözüm sürecinde, önerdiğimiz bu siyasi çözüm sürecinde, aynı zamanda barışın da gerçekleşmesi için, eş zamanlı olarak mutlaka ama mutlaka PKK’nin de ikna edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Ve bu siyasi çözüm arayışları sırasında da mutlaka silahların susması akan kanın durması gerektiği inancındayız.

“ Apo’nun heykelini dikeceğiz” konuşmasının gerçeği

13 Aralık 2012 tarihinde, Mardin’in Kızıltepe ilçesinde düzenlenen mitingde, Sn Demirtaş’ın konuşmasındaki “Apo’nun heykelini dikeceğiz” şeklindeki bir cümle, gerek seçim dönemlerinde iktidar tarafından kullanışmış gerekse de Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesinde devam eden ana dava olarak bilinen yargılamaya konu olmuştur.

Sn Demirtaş’ın, söz konusu cümleye ilişkin, adı geçen mahkemede, 24 Nisan 2019 tarihinde yaptığı savunmanın SEGBİS kayıtlarındaki ilgili bölümü aşağıda sunulmuştur.

Şu kadarını söyleyeyim ki o video çok kullanıldı, ben, “Öcalan’ın daha heykelini dikeceğiz” dediğim günde, Erdoğan’ın elinde İmralı’dan Öcalan tarafından yazılmış iki tane mektup vardı. Yeni İmralı çözüm sürecini başlatan mektuplar. Ve bu mektuplar üzerine zaten kısa süre sonra da çözüm süreci başladı, İmralı çözüm süreci.

Ben o konuşmayı yaptığımda, gözlerimin önünde otobüsten görebileceğim şekilde, elinde bir tane Öcalan posteri var diye 15-20 kişilik bir genç grubu kıyasıya dövüyordu polisler. Gözlerimin önünde. Ben de hem mektuptan haberdardım hem de Erdoğan’ın mektuba verdiği cevaptan haberdardım ve Ankara’da şu konuşuluyordu; bu defa barış çok yakın ve bu barışı gerçekleştirecek olanların heykeli dikilecek.

Aslında patenti bana ait değil. İsmini söylemeyim ama bende o anda çağrışım yaptıran şey, bir hükümet yetkilisinin kullandığı cümledir, aynen budur. Dolayısıyla ben orada, yakında barış gelecek ve Öcalan da bu barışın mimarlarından biri olacak ve heykeli dikilecek. Sembolik olarak denir ya hani, barışı getirecek insanın heykeli dikilir kardeşim, halk arasında kullanılan bir deyimdir. Böyle heykeli dikilecek insan, heykeli dikilecek adam, heykeli dikilecek kadın denir ya.

Böylesine kullandığım bir sözü, Erdoğan’ın da kendisi de biliyor, bakın o dönem çıkıp itiraz etmiyor hiç kimse itiraz etmiyor, aradan yedi yıl geçiyor, Erdoğan bir seçim kampanyasında bu videoyu miting miting dolaştırıp, “Bakın, Apo’nun heykelini dikecekmiş bunlar. Bilmem kimle ittifak yapmış bunlar.” İşte böyle diyecek kadar küçülebiliyor. Utanç duydum yani. Onun düştüğü halden utanç duydum.

Bir ülkenin Cumhurbaşkanı kendini bu kadar küçültmemeli. O konuşmayı niye yaptığımı kendisi de biliyor, o dönemin bakanları da biliyor. Kendisi o videoyu izletirken meydanlarda şunu da ekleseydi samimiyetine inanırdım.

Deseydi ki, “Bak, Demirtaş ‘Öcalan’ın heykelini dikeceğiz’ dediği günde var ya, Öcalan bana çözüm süreciyle ilgili iki tane mektup yazmıştı. Onlar da benim elimdeydi. Zaten hemen bu konuşmadan iki ay sonra da İmralı’da resmi görüşmelere başladık. Kamuoyu, halk bundan bilginiz olsun” deseydi samimiyetine inanırdım. Fakat tamamı komplocu bunların komplocu. Zihniyet komplocu. Tuzak kurma üzerine. Bunlara elini veren kolunu kaptırıyor. Sadece biz mi, en yakın yoldaşları bile bu halde. Resmen utanç duydum.

Seçim dönemi bununla ilgili açıklama yapmak istemedim çünkü kendimi savunmaya geçmiş gibi olacağım, kamuoyunun takdirine bıraktım. Ne dedi peki kamuoyu, “Biz inanmadık senin bu yalanlarına.” Seçimde milyonlarca insan arkamızda durdu ve Erdoğan’a kaybettirdi, o videolara rağmen kaybettirdi. (MA)