KORONA -3 (DİJİTALLEŞME-ÇOBAN)

KORONA -3 (DİJİTALLEŞME-ÇOBAN)
Yayınlama: 26.05.2020

“Bu alem de nefis gibi bir ateş bulundukça, zamanede kimdir huzura erişen? Söyle hele!”
Feridüddin ATTAR
Yaşadıkları dönem ve yerin, sözde çok değerli İki alim zatı, A noktasından B noktasına giderken, yol uzun sıkılmışlar ve biri diğerine sormuş;
-Şimdi gece yatsı vakti olmuş ama sen öğlen namazını kılıp kılmadığını hatırlamıyorsun, öğlen namazının kazasını kılmalı mısın, yoksa kılmamalı mısın? Diğeri:
-Tabi ki kılmalısın, unutmuşsun, hatırlamıyorsun, ya kılmamışsan? Demiş. Soruyu soran zat tekrar:
-Üzerinden o kadar namaz geçmiş, kılmışta olabilirsin, kıldığın farzın kazası mı olur? Diyerek çıkışmış…
Kazayı kılmalı-kılmamalı, alışık olduğumuz ve gördüğümüz tüm zatı muhteremler gibi girmişler birbirlerine…
İkisi de alim, egolar yüksek, onca yılın emeği, hep sofranın en tepesi, etin en güzeli ve bol kepçesi, inerler mi kendilerinden…
Başlamışlar boğazlaşmaya…
Neyse ki A noktası ile B noktası arasında, koyun ve kuzular da varmış ki, onlarla ortaklaşan bir de çoban varmış, rast gelmişler..


Alimler den soruyu soran:
-Haydi soralım şuna bakalım hangimiz haklıyız demiş… Diğeri hemen;
-Şimdi benim ve senin gibi ilim irfan sahibi, bunca yıl okumuş ve değerli, herkesin saygıyla önün de eğildiği, iki zati muhterem bilmeyecek te şu cahil çoban mı bilecek demiş… Öbürü…
-Bilge efendim, ağzından bal damlıyor, ikimizle ilgili ne kadar doğru söylüyorsun, demiş…
Nasıl da anlaşıyorlar pohpohlanma ve fakir gurabanın aşağılanmasında…
Tabi kibir bu bırakır mı yakalarını, devam etmiş;
-Ama yine de ben haklıyım bu cahil bile bana hak verir demiş. Ve gitmişler…
Çoban kardeşe baştan sona anlatmışlar ve sence kazayı kılmalı mı, kılmamalı mı demişler?
Çoban yüzünde doğanın muhteşem gülümsemesi…
Biz biliriz doğa kendiyle yaşayanda, nasıl bir gülüş asar yüzlere…
-Bence kılmalı, hem de o günün baştan başlayarak bütün vakitlerinin kazasını kılmalı, demiş…
Alimler bir hışım yerlerinden zıplamışlar, takkeleri başlarından devrilmiş ve hemen
-Al sana bu cahile sorarsak halimiz böle olur, demişler birbirlerine bakarak…
Tabi merak kibiri aşar…
Ama yine de bakalım bu gariban neden böyle fukaralığına yaraşır bir cevabı verdi öğrenelim demişler..
-niye çoban-cık ..?
Çoban:
-Eğer bir insan yatsı vakti, öğlen namazını kılıp kılmadığını hatırlamıyorsa o gün aklı başında değildir, kıldığı tüm namazlar da aklı namaz da değildir, başka yerdedir, ibadet yerini tutmaz, yeniden aklını-yüreğini verip kılması gerekir demiş…
E şimdi çobandan al haberi deyip alimleri çıplak bırakıp, hırkasını çobana giydirmeye, bol etli tabağı çobanın midesine dökmeye de gerek yok ama hakikat bu, kimden, ne zaman, nasıl gelir, bilemezsin…
Büyülüdür hakikat… Arar arar bulamazsın ama birde bakarsın ararken Nasrettin hocanın eşşeği misali seninledir… Aşktır hakikat… Edule ile Dewreş kavuşmadı zannederken, binlerce Edule’ye ve Dewreşe ulaşır… Bulunmayan değildir, bulursun bulursun da bulduğunla durmaz, yetinmez, yetinemezsin… Uykusundan uyanan gerçektir hakikat… Uyanmayı-ışığı öğrenen karanlığa razı gelir mi?
Doğa işleyişin de akan çoban da, doğa, doğal bir akıl olmuştur ama zatı muhteremler okudukları teknik bilgi de boğulmuşlar ki, kurtaranları da yoktur…
Evren işleyişi öyle bir adalettir ki: sen, ben biliyorum deyip, bildiğini çıkarların için kullanırsan, sana eyvallah sen biliyorsun der… Der ki, o durduğun yerde bin yıl dursan bile duyumsatmaz, his ettirmez, sezdirmez, öyle biliyorum düşünüyorum diye bir ömür çakılır kalırsın…
Çünkü bilmek aynı sırada bir yaşanmışlık, bu yaşanmışlığın emeğini ve varoluşla uyumunu gerektirir…


Çünkü hakimiyet ve sermayeye bulaşmadan çok evel, bilgi ve bilim, özü itibari ile, toplumun bir parçasıydı, tek amacı toplumun varlığını korumak, beslemek ve sürdürmekti, başka amacı olmaz ve düşünülemezdi….
Çobanda görüldüğü üzere, güçlü-samimi toplumsallık, toplumdan kopuk halde okumuş ve bilgili olmaktan bin kat daha akılcı ve onurludur…
Çoban sonsuz olasılıklar için de her an her şeyin olabileceğinin eyleme bürünüşüdür… Bu hakikatin birçok görünme biçiminden yalnızca bir tanesidir… Kuantum fiziğindeki belirsizlik ilkesi de bir başka ifade biçimidir… Kuantum dünyasında asla her şeyin tam olarak bilinemeyeceğini ifade eden ilke, yaşamın diğer taraflarında da etkilidir, bir foton parçacığının aynı anda 5 yerde olabilmesi gibi… Ne zaman ne olacağı tam olarak kestirilemez çünkü hiç hesaba katamadığımız birçok seçenek, olasılık vardır… Güncel insan hakikati; okumuş, hatırı sayılır bilgelerden bekler ama o beklemediğiniz bir an da bir çobanda dile gelir…
Yaşam yaşadığın gibi davranır sana, merhametlidir, sonucunu kendin yaratmana müsaade edendir… Hepimiz yaratırız sonucumuzu farkında olarak ya da olmayarak… Çok iyi anlaşmak, ortaklaşmak ve doğru içsel komünaliteyi ustaca kurmak lazım… Kabaca kapılmamak lazım güncele ve kendine, çünkü, seni aldatma, kandırma gücü yüksektir…
Kapılırsan eğer, Yaşam bu, lanet okuduğun kurtarıcın, kurtarıcın sandığın lanetin olur…
İbrahim peygamberin Nemrut la yaşanmışlıkları hala hepimizin zihnindedir… Ki Nemrut bu coğrafya da, Urfa da yaşamıştır… Kürtçeden gelmedir… Ne mirit ( ölmeyen, yok olmayacak olan, ezel ve ebed ) bir yaşam sisteminin adıdır… Bin yıllardan süzülmüştür ki, yaşayanların da mutlak bir kabul ile beraber, hiçbir zaman değişmeyeceğine inanılır ve yürütücülerin de (nemrutlarda) temsil bulur…


Tüm coğrafyası Nemrut ve bir sürü puttan tanrıları ne diyecek diye beklerken ve Nemrut bu şaşaayla gerim gerim gerilirken, İbrahim peygamber tüm insanlık zamanlarına silinmeyecek şekilde damgasını vurandır… Hem de Nemrut un ve ahalisinin bin bir türlü eziyetine rağmen, hem de Nemrut un sıradan bir hizmetkarının çocuğuyken… Onlara göre garip-gureba, öyle herhangi birisiyken…
Sahi çoban mıydı?
Şimdilerde de kocaman ülkelerinin daha kocaman köşklerinde, putlarla konuşarak da değil, güvercin haberleşmesi ve ulakla hiç değil, bin bir türlü teknik bağlantıyla büyük toplantılar yapılmakta… Küçük küçük devletçiklerle olmaz tek dünya devleti oluşturalım, kâğıt parayı terk edip bitcoine, elektronik hatta dijital paraya geçelim, trans hümanizmle yapay zeka, robotlar, kripto para ve biyometrik chipleri devreye sokalım, sokaklara retina okuyucular kuralım, evde uyurken herkesin ateşini ölçelim, zaten tüm dünya bizim hakimiyetimizde, dünyamızı nasıl, insanlığı nasıl kurtaralım cümleleri toplantılardan basına sızdırılmakta… Sızmayanlarda var tabi… Kişisel durumumuz yatlarımız katlarımız, uçaklarımız füzelerimiz, ne olacak malımız-mülkümüz, diye gerim gerim gerilerek yoğun bir mesai harcanmakta…
Bilişim ve bilgi dünyası, dijital çağ, A ile B noktası arası değil ki arada koyun-kuzu olsun, çobana rast gelinsin… Bu tartışmaların yapıldığı yerde kuş ve ona esen rüzgar da kontrol altında… Onların özentisi ve çakması küçük küçük toplantılarda da, çoban garibim nasıl girecek toplantıya, e malum zat-ı muhteremler, alimler alimi beyler, ne diye bir çobana soracaklar ki… Hem çobanın malı mülkü, itibarı yok, ne kaybedebilir ki anlasın… Damdan düşenin halinden damdan düşen anlar tabi, hiç sermayesi olmayan adam ne anlar sermeyadarların dünyayı kurtarmak istemesinin paniğinden ve çabasından…
Sorsalar çoban diyecek tabi: Sizin şu an a kadar yaptığınız hiçbir çalışma çözüm bulmamış hatta sorunun ana kaynağı olmuş… Şimdi bu toplantılar nasıl çözüm bulsun… Sizin aklınız-yüreğiniz başka şeylerle meşgul… Hepsini yeniden, aklınızı-yüreğinizi vererek, yeniden ve en baştan yapmalısınız… Evrensel ve toplumsal işleyişe dönmek ve onunla uyumlu yaşamak zorundasınız…


Haydi çoban yok ama bir sürü adamdırlar akıl etmiyorlar mı?
Etmezler, mevzu bahis nefis ateşi zati muhteremlerin en özenle büyüttükleridir, artık huzursuzluktan başka şey dağıtamazlar… Hem aralarına akıllı almıyorlar ki, varlıklı alıyorlar; ondandır o toplantılar da aralarından biri de çıkıp diyemiyor;
Yahu bir ufacık-tefecik içi dolu turşucuk virüs gelir, dünyayı kurtarayım derken, boğazında bir oksijen tüpü, yoğun bakımda ya da entübe de, açıp ellerin dualar edersin bir nefes alabilmek için…
Hani 2100 e kadar planlamıştınız her şeyi, geçen yıl bunların olacağını biliyor muydunuz ki, şimdi olacaklar üzerine yarattığınız şaşaayı sürdürülür kılmaya, devam etmeye çalışıyorsunuz…
Sistem çökmüştür zat ı muhteremler, ısrar çöküşü derinleştirip, yaygınlaştırmaktan başka sonuç üretmez…
Tabi biz evimizde oturuyoruz, karışmıyoruz ki, diyemeyiz… Kabul etmek lazım, onlar hepimiziz ve hepimiz onlarız…
Kendinden başlayıp güzelleştirmezsen kendini, kimse güzelleştirmez sana dünyayı…
İnsanlığımızı getirdiğimiz hal artık akla gelmeyenlerin başa geldiği süre aralığı, tüm kaos ve zamanlar için, yapabileceğimiz şey, bize bu kudreti veren, evrensel işleyişin İNSAN ’laşmada ki his ve aklıyla yaşamak ve bu yaşamı örmek olmalı…
Ama biz ne yapıyoruz ve neyin peşindeyiz?
Sahi biz neyin peşindeyiz, sade ve mütevazi bir insan olmanın mı? Yoksa nefsimizin tatminlerinin mi?

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.