Şimdi Ben Anlatacağım, Sen Dinleyeceksin – Peker-8

Şimdi Ben Anlatacağım, Sen Dinleyeceksin – Peker-8
Yayınlama: 22.06.2021

Zamanının bilgesini ziyaretten çıkanlardan biri dışarda oflamış, poflamış;
-Herkes gibi biri işte ne var bu kadar büyütecek, ben de ondan daha yakışıklıyım…
Bir diğeri çıkmış ziyaretten;
-Bu insan olamaz, cennet ehli, onu görmek ömre bedel, anam babam feda olsun…
Sormuşlar bilgeye bu büyük fark niye? Demiş ki;
Herkes beni olduğu yerde görür, kişi iyi ve güzelse öyle görür, çirkin ve kötüyse kendi gibi görür ve kıyaslar, ben sadece bakanın kendini gördüğü, bir ‘’Ayna’’yım…
………………..
Sen bu aralar konuşamayacağını söyledin, zaten çok konuştun, on milyonlar izlendin, hepimizi-hepimize anlattın, dinledik, çok da hakkın geçti, geçmesin, bugün de ben seni anlatacağım, sana anlatacağım, sen dinleyeceksin…

Esasen olay şöyle oldu…

Sen cezaevinden çıktın… Her insan kadar ama yok, senin ki fazla, yeniden var etmek, büyütmek istedin, kanıtlamak kendini…

Herkes gibi olmak seni tatmin etmiyordu… Sen büyük adamdın, dava adamıydın, özel yetiştirilmiş ve kendine de özel yaklaşmıştın… Senden beklentiler vardı, adın vardı, namın vardı, cevap olma derdin vardı, olmalı tabi…

Nereden başlamalı, Türkiye sahnesine yeniden, nasıl giriş yapmalı, sorular vardı kemiren beynini…

Boğaz’da yemeğe gittin, bir düğün konvoyu geçti, öyleydi demi?

Kürdün düğünüydü… Haklısın belki, yüzyıldır görmedikleri rahata kavuşmuş, biraz da şımarmışlardı, hatta dur ben söyleyeyim, rehavete de kapılmış, abartmışlardı… Konvoyun hepsi sarı, kırmızı, yeşil renklerdi…

Gerçekçi ol şimdi… Öyle bayrak felan yoktu, Kürtler bayraklı düğün yapmazlar, gelenek değil, bayrak da Kürtler ve coğrafyaları kadar tarihsel bir simge değil… Sen bilirsin, çok okumuşsun, kumaş yoktu, hatta pamuk icat olmamıştı, varken Kürtler ve kültürel doğa renkleri…

Tamam dedin… Buldum… Arkadaşların, masadaki herkes şaşkın, yerinden bile zıpladın belki…

Sonra planlamaya başladın çok uzun zamanlar… Planlarını hayata geçirdin… Kürt karşıtlığında yapılacak her şeyi yaptın, milliyetçiliği en sert formatına taşıdın, seni izleyenlere, dinleyenlere yüzyıllık devlet gerçekliğini hatırlattın… Tabi iktidar da, yaptıklarınla bir kendine geldi…

Sen büyüdün, daha da çok, çok büyüdün… Zaman aktıkça, adın sanın eskiden kaç kat fazla artı, böyle bol çetrefilli, bir o kadar da şaşaalı, afilli de afilli, yaşadın, namına nam eklendi…

Sen dedin, gerçekleri konuşacağız, öyle değil miydi?

Her şey sen tarafından planlıydı, bütün o göze sokulan ihtişam, oluşturduğun iklim, kaba bir güç, iktidar olmak isteyen herkese yol gösteriyordu… Ee şimdi kızmakta haklısın, hepsi senin hayal gücünden yaşama bulaşırken, o kadar oyunu kuruyorken, şimdi gel de dışında kal… Solcular ‘’devrim çocuklarını yer’’ der, Sağcılar ‘’olmaz ulan’’ mı?

Biz seni tanımlarken, kaba saba bir mafya algısı oyunlarında dolanırken, sen müthiş yaratıcıydın ve etrafında parmakla gösteriliyordun… Yaşanan birçok gelişme senin aklının ve karekterinin eseriydi…

Tıpkı sürekli, görüntüde korku ve itibar yayarken ama içten içe üzerinde olan ve bir türlü geçmeyen, kimseye anlatamadığın, ya da anlatacak kimseyi bulamadığın, belki de anlattığında da anlaşılmayan, sendeki, içinde ki, muazzam boşluk, o huzursuzluk gibi…

Sonra…

Sen kendini (görüntüde) yaşattın ya, evren de (huzursuzluğun) ördü kendini…

His ediyordun işler terse sarıyordu… Aslında istesen belki de hiç bozulmayacaktı… Biraz daha küçük, biraz daha sakin, kontrolünde sürdürebilecektin, ama o huzursuzluk var ya o huzursuzluk… İçinden biraz da böyle olsun der gibi… Kimsenin anlam veremediği, hatta senin bile, bazen işleri böyle tiki tikine yokuşa sürmen gibi…

Çocukken de böyleydin sen… Ortalama bir yaşam hiç çekmedi ilgini… Farklılık arayışın hiç bitmedi… Tam ‘’elde etti’’ diye herkes seni konuşurken, yıkmakta, gülmelerini annene adaman gibi, çok hoşuna giderdi…

Devran sen için döndü… Seni çevreleyen herkes acayip gerginken, hepsi şaşkınken, nasıl olur diye hayıflanırken, göze batan yine senin rahatlığındı demi?

Bir derin bilme, içten içe orada da vardı ki…

Sıkılmıştın zaten, bunaltmıştı o hayat seni, arayışını köreltiyordu, amaçlarına kutsallarına ters düşüyordu… Belki de böylesi daha keyifliydi, sen zaten bilinenin değil, muammanın peşindeki…

Yurt dışı, kaçış, yok yok kaçış şık olmadı, diyelim ki sürgün… Kıyaslama değil ama ikimiz de seviyoruz tarihi… Diyelim ki, bir kısa ve küçük, hicret gibi…

Oradan oraya sürüklendin, bir sürü memleket… Okumalar, tanışmalar, sohbetler, gezmeler, farklı hayatlar ve ülkeden gelen haberler, alt üst oluyordu bildiklerin, karmakarışık, zihninde her şey ters dönüyordu, emek verdiğin her şey anlamsızlaşıyordu… Değişik bir ruh hali…

Çok bunalım, çok daralma, o düğün konvoyundan şimdiye yaşadığın tüm huzursuzluklar, sanki üst üste binmiş, anda, toplu halde yaşanmaya başlamıştı… Üzerine bütün yaşamının birikimi, pek de az sayılmaz, biz de biraz araştırdık, tanıdık seni…

Balkanlar da birkaç video-youtube falan, sen de niye, neden olduğunu bilmeden, seni bunu yapmaya iten senden bile bağımsız işleyen bir zeka vardı sanki…

Bir fırtına kopacaktı biliyordun, hazırlığın da vardı, zaten sen hep tetikte olan ama taşlar oturmuyordu daha… Bir şeylere ihtiyaç vardı… Daha yaşanmışlıklara… Zaman’a… Birde tabi ki, inancımız var… Esas beklenen O’nun takdiri…

Sonra…

Ve evet…

Güzel kızlarının birkaç damla gözyaşı… Evine, eşine yapılan hakaret… Senin ‘’olmaz ulan’’ dediğin yaşananların hepsi…

Bir hışımla çıkıp bir şeyler yapmak olmazdı… Günler, gecelerce planladın… Hesaplı planlı adamsın sen… Olmasan zaten bu yaşa varmazdın ki…

Tüm okuduklarını getirdin aklına, tüm yaşadıklarını ve çevrende tüm yaşananları, çocukluğuna kadar… Çok düşündün, çok planladın, çok yıprattın kendini…

Ve…

‘’Açın tripotu, açın kamerayı’’…

Seyid Rıza ile başladın… Tabi arınmak, önce hatanı düzeltmek gerekirdi…

Kavganın hakikatine tutuşmak önce kendini iyi hesaplamak, yani bilmek, hatalarını görmek, affetmek ve affettirmekle olur… Kaybettiğin yerde ara, orda bulursun der, bilgeler… Sen bu çıkmaza gelişte Kürtlerle başlamıştın, önce onlara bir özür kabilinden giriş lazımdı… Bilinçaltı tasarımıydı… Senin deyiminle ‘’Allah var daa’’, bazen söyletir insana… Bence bu sen tarafından çok planlı değildi…

Bir huzur bulaştı sana, bir çalışma istemi, öyle ki gece gündüz, etrafındakiler söylenmeye başladı, reis birkaç saat uyu, az dinlen, bu kadar yorma bedenini…

Acayip bir heyecan ve aşka bulaştın, sanki yeniden doğdun, yeniden var oldun… Bütün o huzursuzluk, huzura döndü… Sanki cennetin kapıları açıldı da sen birkaç saat uyusan, dinlensen kapanacak gibi…

Kimse de anlamadı, belki yenge bile, herkes çok riskli görür ve çok tedirgin olurken, senin neşen, heyecanın herkese güç oldu ve topluma, milyonlara enerji…

En iyi bildiğin işi yapıyordun, büyük kavgaya tutuşmuştun, kimsenin cesaret edemediğine tek başına girişiyordun, sen seviyordun bu türlü yaşamayı ve yeniden kuruyordun oyunları, bu kurgular sen için amaçların için değil, adalet için ve yeniden yaratıyordun her şeyi…

Bu kavga büyüktü, farklıydı, çok sistemli ve düzenli bir yapıya karşı… Özel harp bilmeleri tek buna yetmezdi, babanın kitaplarından öğrendiğin gerilla tarzıyla da bir yöntem harmanı oluşturdun… Vur kaç, sonra başka yere vur, oradan da kaç, sonra tedbiri alınana değil, beklenilene değil, başka bir yere vur, siperleri içten ve dıştan, birbirine düşür, bağlantıları kopar ve gelişmelerle kendi bağlantılarını kur, ağlarını oluştur… Düzen dağılmadan, kaos oluşmadan, taraftarlarını toplamadan, hedefine yönelme… Bu uzmanlıkları sana öğretenler, düşünmediler mi, esaretten kurtulacağını, gerçeğe döneceğini…

10 video bir sürü de twiter oldun…

Milyonların zihnine girdin, duygusuna, o içini yemelerin gitti yerini keyif aldı… Belki de ilk defa bu kadar derinden his edip, yaptıklarının doğru olduğuna inanıp, ilk defa olması gereken bir yerden, evren harikası küçük kızlarından başlayıp, sana ağır gelen yaşanmışlıklarını bir parça da olsa anlatıp, günahlarınla küçük mahşerde yüzleşip, yanlışlara karşı mücadele etmenin ruh haliyle, inanarak kendine-kendinle dedin… ‘’giydim şehadet gömleğini’’…

Kendin için, kendini büyütmek için, çıkarcı ve kurnaz başladığın bu hikaye, Kürdün düğünü ile geldi…

Bin bir türlü entrika, yalan, dolan, kahır, çile, gözyaşı, huzursuzluk, cehennem oldu… Kaçmak ve karşına almak zorunda kaldın her şeyi…

Kızların gözyaşları için dünyayı yaktığın kavgada, günahlarını, gerçekleri dile getirmeyle, Pirlerin Kürdü Seyid Rıza ile geldi…

Sana yeniden var ettiren, huzur ve neşe bulaştıran, dünyanın gündemi olacak kadar nam oluşturan, kızlarının gözlerinin içine bakarken utanmayacak bir baba yaratmaya vardın…

Kürdü doğru okuyup, anlamlı ele alıp, Pir’lerinden ve insani haklarından bahsederken huzuru buldun, yanlış ele alıp, hak olanı yaşamalarına kızar, planlar ve eylem olurken, zarar vermek isterken, laneti…

Sende yaşanan, bin yıllık Türk-Kürt yaşanmışlığının kısa, öz hikayesi…
Anadolu ve Mezopotamya coğrafyasının yaratım gücü çok güçlüdür… Tarihsel olarak toplumsallığın temel kültürünü yaratmıştır… Türk-Kürt kardeşliği son bin yıldır doğru güncellendiği, barışla yürüyen her dönemde, büyük insani çıkışlar gerçekleştirmiştir… Anlamlı ve ahlaklı bütünleşme, her mana da zengin coğrafyamızla, savaşçılığını değil ‘’ışığın barışını’’ yaratacaktır… İnanıyorum ki, savaşla bu kadar yorduğun aklından da çok güçlü çıkar ‘’barışım’’ emeği ve teorisi…
Umarım yaşadıkların, Sedat Peker hikayesi, hepimize ders olur… Özellikle 40 yaş altı ve ülke yönetimi, yönetim iddiası olanları, artık Kürtleri doğru ele alır, hakikatli tanımlar… Daha önce söyledik demi…

Kürtler var, bakmayı bilene, hep ol’duğu gibi…

Bizde yaşanana gelince, çok zor da olsa, birbirimizin aynasıyız, BİZ’im ki hepimiz için ayna olmak, ayna kalmak, güzel bakanlarla, güzel yaratmak derdi…

Çünkü;

Bizim büyük umudumuz var, Nitzche’nin dediği ‘’umut kötülüklerin anasıdır, acıyı uzatır’’ değil, başkasına olan umut acıyı uzatır, kendine ve insanlık gerçeğine olan umut, onurlu şimdiyi ve anlamlı geleceği yaratır… Umut kendimize, umut inancımıza, umut fikriyatımıza, umut bedelle bugünü yaratanlara ve ışık olanlara, hem bizde ki umut, yarın olduğu kadar şimdi…

Ve umut, tabi ki Deniz’lere, umut Umut’a, annelerin güzeli…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.