‘Emekçiler örgütlü bir güç olarak hareket etmediği ölçüde bırakın çalışma şartlarının düzelmesini elimizde kalan son hakların bile korunabilmesi mümkün olmayacak.’

Bugün 5 Ekim Dünya Öğretmenler Günü. Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü UNESCO ve ILO tarafından 1994 yılında Dünya Öğretmenler Günü olarak ilan edilmiştir.

Türkiye’de öğretmenlerin içerisinde bulundukları durumu özel sektörde çalışan Öğretmenler  Mehmet Ali Türk, Duygu Yılmaz, ve Arzu Başer ile konuştuk. Resmi verilere göre Türkiye’de 460 bin atanmayan öğretmen var. Sivil toplum kuruluşlarının hesaplamalarına göre bu sayı 700 bini buluyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) ise öğretmenlerin atamalarını gerçekleştirmek bir tarafa, onları özel sektör şartlarına mahkûm ediyor. Özel bir kolejde çalışan 11 yıldır sınıf öğretmenliği yapan Mehmet Ali Türk, öğretmenlerin iş yerinde öğretmenlik tanımına uymayan veya meslekle bağlantısı olmayan işler yapmaya mecbur bırakıldığını ifade ederken, özel bir kursta çalışan Duygu Yılmaz iş hayatındaki sorunların daha işe başlamadan yaşandığını söylüyor. Fizyoterapist olarak çalışan Adım Arzu Başer ise eğitim ve sağlık sektörünün sermayenin eline terk edildiğine dikkat çekiyor.

TÜRK: KİŞİSEL ZAMAN ALANLARIMIZ DARALIYOR

Mehmet Ali Türk, birçok öğretmene göre daha iyi koşullarda çalıştığını ancak bireysel kazanımlar yerine herkesin eşit ve güzel şartlarda çalışması gerektiğini vurguluyor. Türk, öğretmenlerin çalışma koşullarını şu sözlerle aktarıyor: “Bir öğretmen için dile getirilmemesi gereken rakamların konuşulduğu, herkesin farklı ücret aldığı, kime kaç para tutturursak denilen bir piyasa içerisindeyiz. Uzun mesailer, derslerden sonra mecburi tutulan etütler, haftalık 30 ders saatini aşan ders programları, hafta sonu etkinlikleri, öğretmenlik tanımına uymayan veya meslekle bağlantısı olmayan iş yaptırmaları, yeni süreçte akşam saatlerine konulan mecburi online seminer ve toplantılar öğretmenlerin çalışma saatlerini arttırmakta ve kişisel zaman alanlarını iyice daraltmaktadır. Bunlar için yapılmayan ek ödemeler. MEB üzerinden gelen sözleşmelerin mevzuatta 1 yıl gibi süreli iş sözleşmesi kapsamına alınmaya çalışması ve öğretmenlere kıdem tazminatı ödememek için direnen kurumlar.”

‘ÖZEL SEKTÖRDE ÇALIŞMIYORSAN TAM ÖĞRETMEN DEĞİLSİN!

“Devlet tarafından ötekileştirildik” diyen Türk, öğretmenlerin değersizleştirildiğini belirtiyor. Türk, “Yanlış eğitim politikaları bunun başını çekiyor. Özel sektör öğretmenleri devlet eliyle daha zorlu şartlara itiliyor. İkinci plana atılıyor. Özel sektörde çalışan öğretmenlere insanlar ‘devlete atanamadın mı?’ sorusunu soruyor. Oluşturulan algı devlette çalışmıyorsan tam öğretmen değilsin. Bu düşünce yapısını yerle bir etmek için birlikte geliyoruz” diyor. 

YILMAZ: ASGARİ ÜCRETİN ALTINDA ÇALIŞAN YÜZLERCE ARKADAŞIMIZ VAR

Duygu Yılmaz, özel sektörde çalışmak zorunda bırakılan öğretmenlere sözleşme imzalatıldığını söylüyor: “Önümüze 10 aylık sözleşmeler koyuyorlar. Bu şu demek ‘Biz seni sınava kadar çalıştıracağız yaz geldiğinde ise işsiz kalacaksın ne yiyip ne içtiğin nasıl geçindiğin umrumuzda değil.’ Eğer memnun kalırsak Eylül’de tekrar işe başlarsın” diyen Yılmaz, düşük bir ücrete çalıştığını ve yol, yemek masraflarının iş yeri tarafından karşılanmadığını dile getiriyor. Yılmaz, “Sektör o kadar denetimsiz o kadar güvencesiz ki 6 gün günde 10 saat asgari ücretin altında çalıştırılan yüzlerce arkadaşımız var. Yorucu geçen gününüzün ardından eve gidince de rahat edemiyorsunuz çünkü tek tek velileri öğrencileri aramak zorundasınız mesainiz 24 saat aslında” diyor.

‘KURUM SAHİPLERİ MESLEKTEN ÇOK UZAK’

Yılmaz, öğretmenlik değerli bir meslek olsa da öğretmenlerin gün geçtikçe yoksulluğa itildiğini, toplumun ve işverenin “Öğretmenlik yapmakta ne var akşam çalışırsın sabah anlatırsın” gibi bir algı içerisinde olduğunu söylüyor. Ancak durum hiçte toplumun ve işverenin düşündüğü gibi olmadığını ifade eden Yılmaz, öğretmenlerin uzmanı oldukları alanın dışında birçok alanda daha çalıştırıldığını vurguluyor. Yılmaz, “Hem Türkçe hem tarih hem sosyal branşta çalıştıran kurumlar var. Ve bu kurumlar bu çalışma koşullarına itilen öğretmenden verim bekliyor. Kurum sahipleri meslekten o kadar uzak ki bizlerin akademik birikiminden, öğrenci ile kurduğumuz pedolojik bağdan, sınıf yönetimden haberleri yok veya yokmuş gibi davranıyorlar” diyor.

‘GEÇİM DERDİ KAPIYA DAYANDIĞINDA…!’

Mesleğe pırıl pırıl nesiller yetiştiricek olmanın heyecanı ve mutluluğu içerisinde başladıklarını belirten Yılmaz, “İlerleyen süreçte geçim sıkıntısı gelip kapınızı çaldığında gerçeklikle yüzleştiğinizde o idealist, mutlu, umutlu öğretmenler kalmıyor” diye belirtiyor.

BAŞER: SADECE MANEVİ DOYGUNLUK YETMİYOR

Özel bir eğitim merkezinde Fizyoterapist olarak çalışan Arzu Başer ise yaptığı işin hem bedensel hem de zihinsel olarak oldukça yıpratan ve yorucu bir iş olduğuna dikkat çekiyor.

Başer mesleği ve koşulları üzerine şunlar söylüyor: “Özel çocukların hayatına dokunmak sanılanın aksine çok fazla ruhsal ve fiziki özveri gerektiriyor. Bütün bu süreçlerde hem işyerinin hem ailelerin beklentilerine hem de çocukların ihtiyaçlarına ve gelişimlerine odaklanmak zorundayız; fakat bizim için aslolan çocuklar. Elbette bu özverinin karşılığında gördüğümüz muazzam bir manevi doygunluk var. Ama sadece manevi bir doygunluk. Yaptığımız işin önemine rağmen maddi getirisinin ve çalışma şartlarının aynı doygunluğu verdiğini söylemek mümkün olmuyor. Özel sektörde kurum sahipleri işin çocukların gelişiminden ziyade maddi getirilerine daha fazla odaklanıyorlar. Karlarını arttırabilmek için de mümkün olan her şeyden kısmaya çalışıyorlar. Eğitim için gerekli ekipmanlardan, çalışanların yemeğine kadar her şey birer maliyet olarak görülüyor. Bu yaklaşım iş hayatında karşılaştığımız zorlukların temelini oluşturuyor aslında.”

‘HER AN İŞTEN ATILMA KORKUSU’

Başer, mesleğin zorluklarını Hemşire olan annesinden dolayı bildiğini ancak işsiz kalmamak adına bu mesleğe yöneldiğini ifade ediyor. “Acı gerçeklerle karşılaştım” diyen Başer, mesleğim aslında öğretmenlikten farklı bir alan olsa da sektörün fizyoterapistleri öğretmen olmaya yaklaştırdığını vurguluyor. “Hem çocuğun fiziksel bedensel sağlığını geliştirmek hem de bunu kendi başına yapabileceği şekilde onu eğitmek gibi bir sorumluluğumuz var. Aslında daha çok bir öğretmen gibi hareket ediyoruz. Çalıştığımız ortam gereği de öğretmenlerle yolumuz kesişiyor. Bu sayede aslında biz sağlıkçıların yaşadıkları problemlerle öğretmenlerin problemlerinin de birçok noktada benzer olduğunu gözlemleyebilmek mümkün. İşsizliğin yüksek oluşu en başta her iki meslek grubu için de en büyük problem. Özel sektör bunu hemen her çalışan için Demokles’in kılıcı gibi kullanıyor. Her an işten atılma korkusu ve dışarıda bu iş için bekleyen binlerce insanın olduğunu bilmek kölece çalışmaya bir rıza oluşturmak için kullanılıyor” diyen Başer, sigortanın tam maaş üzerinden yatması gibi halihazırda olması gereken yasal bir zorunluluğun bile bu ortamda bir lütfa dönüştüğünü belirtiyor.

EĞİTİM VE SAĞLIK SERMAYENİN ELİNE TERK EDİLDİ

Başer, devlet de kendi sorumluluğunu piyasanın insafına terk ettiğin belirtiyor. Neoliberal politikalarla sermayenin eline terk edilen eğitim ve sağlık gibi alanlarda “Orman kanunu” nun hakim olduğunu belirten Başer, “Eğitim emekçileri de maalesef burada kar hırsından başka bir şeyi gözü görmeyen patronların avına dönüşüyor. Bugün Türkiye’deki açlık ve yoksulluk sınırına bakmak bile aldığımız ücretin ne kadar düşük olduğunu görmek için bir kıstas. Bizim sektörde maaşlar asgari ücretin genelde 1-1,5 katı arasında dolaşıyor. Çoğu yerde artık öğretmenlere, fizyoterapistlere asgari ücret teklif ediliyor. Bu sektörde insanca bir ücret kazanabilmek neredeyse hayale dönüşmüş durumda” diyor.

Emeklerinin karşılığını alabilmek ve insancıl koşullarda çalışma ortamının sağlanması yönünde çağrıda bulunan öğretmenler, haklarının her gün ellerinden alındığını ifade ediyor. Emekçilerin örgütlü bir güç olarak hareket etmediği ölçüde bırakın çalışma şartlarının düzelmesini var olan haklarının bile korunabilmesi mümkün olmayacağını belirten emekçiler, tüm özel eğitim sektöründe çalışan öğretmenlere, sağlıkçılara Özel Sektör Öğretmenleri Sendikası’na katılmaları yönünde çağrıda bulundu.

Artı Gerçek