Dünya toplumsallığını-insanlık işleyişini altüst eden virüs… Korona…

Virüsü tanımlama, yarattığı sağlık sorunlarını tartışma ve elbette geleceğe dair nasıl bir mutasyonla ve/veya aşıyla ilerleyeceği şu an tüm dünyanın gündeminde…

Virüsün ve ardından gelecek aile üyelerinin mitolojik olarak Nuh tufanından bile fazla değişim yaratabileceği tahminleri felsefeciler tarafından ele alınmakta…

Biz ilk cümlemizden hareketle konuyu ele alırsak…

Nedir bu alt-üst oluş..?

Korona’nın Sosyolojisi ve hatta psiko-sosyolojisi ne ve geleceğe nasıl taşınacak..?

Milyonluk ve on milyonluk kentlerin, sokak, cadde ve pazarlarını, terk edilmiş harabelere çeviren ve daha ne kadar süreceği belli olmayan günlerden geçiyoruz…

Gönüllü karantilardan, sokağa çıkma yasaklarına kadar, dünyanın üçte ikisini evine tıkayan bu virüsün kudretini görmek, mesajını almak ve doğru tartışmak oldukça önemli görünüyor…

Karantinaları ve bu iz düşüm de özgürlüğü değerlendirmeye alırsak…

Karantina bir yerde tutulup gözlemlenme olarak geçer sözlükte… Özgürlük ise daha geniş ele alınmayı hak eden cazibeli bir kavramdır…

Uygarlık biliminin dünyanın ilk yazı dili olarak ele aldığı Sümerler de özgürlük kavramı ^amargi^ diye tanımlanır. Amargi özgürlük olarak dolaşımda olmasının yanı sıra ‘’anaya dönüş’’ olarak da karşılık bulur…

Dünyanın ilk dilinde özgürlüğün kadınla bağı-anaya dönüş olarak tanımlanması oldukça dikkat çekicidir…

Kürtçe de azadi olarak kavramsallaşan özgürlük oluşu-doğumu görmek-okumak olarak ele alınır…

Yine yazı dilimiz olan Türkçede özgürlük, öz’ün gür’lüğü, hür’lüğü yani öz’ün an’a güçlü yansıyışı ya da özün günde biçimlenmesi olarak değerlendirile bilinir. Özün gür olması için önce farkında olmak ve öz e dönmek gerekmiyor mu?

Daha evrensel dillerle özgürlük çeşitlenme, zenginleşme, değişim ve dönüşümdür denile bilinir ama bir şartla evrensel ve toplumsal varlıkla uyumlu olarak…

İnsanlık şartı unuttu ve adeta ben istediğim gibi yaşar, istediğim gibi davranırım mantığına büründü. Özgürlüğü bağ-sızlık ve çokça dile geldiği gibi bağımsızlık olarak anladı ve anlattı. Tekil olarak istediğini, istediğin şekilde yapabilme cüreti olarak yaşadı…

Burada bu virüsün insan eliyle üretildiği ve doğadan geldiği tartışmalarının değiştirmediği sonuç şudur ki; bu virüs mevcut insan ve toplumsallığının yaşamıyla doğurduğu bir durumdur…

Yaşam insana artık dur, doğayı-evreni bu kadar talan etme, oynamadığın genetiğini yani gelişimini bozmadığın bir şey kalmadı, yaşamın işleyişini bu kadar hoyratça bozma, o kadar oynarsan bu düzenekle, yaşamda kendi savunmasını yapar, sana bir virüs salgılar koşarak annenin kucağına gidersin demiştir…

Şimdi yapmadı mı bu korona..?

Dünyada yüzbinleri öldürürken, esas ve belirleyici olan temel noktası, nitelik ve nicelik olarak milyarlarca insanı yaşadığı tüm alangirli, sözde renkli ve ahenkli yaşamdan alıp bir anda anasına döndürmek oldu…

Yani eve tıkadı…

Baba ocağı demiyoruz, çünkü biz artık biliyoruz ki, baba hiçbir zaman bir ocak sahibi olmadı, ocak işte,  hep annenindi, hileci erkek zihniyeti çalıp kendine aitmiş gibi –hiç aitte olmadı, babasını evde ocakta gören var mı?- kılana kadar. Yani evden kastımız iktidar üreten baba başrollü sınıflı aile yapısı değil. Her ne kadar kaybedişinin derin farkındalığı şu dönemde kadına şiddet olarak hıncını almaya çalışıyorsa da egemen erkek zihniyeti darbelenmiş-debelenmektedir. Bizim esas aldığımız ananın-kadının esas olduğu eşitlikçi çekirdek toplumdur…

Ev demek aynı sırada micro-sosyalite olan toplumsallığın çekirdek örgütlenmesidir…

Ev demek hepimiz için en başta ana sonra baba, eş, çocuk ve ardından yakın akrabalar ve etrafındaki döngüselliktir…

Ev demek öyle veya böyle son kertede kişinin özüdür… Doğumudur, büyümesidir, Tarihidir… Var edeni ve hala, varlık koşuludur… Duygusudur çünkü duyumsamaktan gelir… Kim aklıyla anlam verip ilişkilenmiştir ki ailesiyle… Bu çarşıda bir şey alıp satmak değildir ki… Ev ve ailedir… Düşünmeye bile gerek yoktur… Güvenlidir, besleyicidir, seni üreten ve hala ürediğindir…

Ev demek aynı sırada içsel bir dönüştür, öze dönüştür, zamanı-oluşu hem kendin hem evrensel olarak yeniden ele almaktır. Yeniden kendin olmak veya yeniden cihadı-nefs veya yeniden sebep-sonuç ilişkisi veya yeniden kendini ve kendinden başlayarak zaman ve mekanın şartlarına uygun olarak, tüm toplumsallığını inşa etmektir…

İşte neye göre inşa..?

Bu zaman da hepimizin ortak cümlesi olan ‘’Artık eskisi gibi olmaz’’  hayıflanmasının başlangıcı aynı sırada eskiyi red edip yeniyi Korana kardeşle beraber örmek değil midir..?

Yaşadığın yaşam sisteminin hızında yavaşlama ve daha çok anayla, yani çekirdek çevreyle ortaklaşma, komünaliteyi yeniden yaratma ve tüm canlıların ortak içgüdülerine göre (beslenme, barınma, üreme) dizayn etmektir…

Komünaliteyi yeniden ele almak ve yeniden düzenlemek, isteme, tasarlama, hayal etmenin yani şart olmanın ötesinde, canlı olarak yaşanan ve yaşanacak olan çarpıcı gerçekliktir…

Bu tekil değerlendirmeler elbette ki süreçle beraber evrensel olmak gerekliliğini de tüm haşmetiyle iki aydır bangır bangır zihnimize işlemektedir…

Evrensellik te tüm çarpıcılığıyla açığa çıkmaktadır. Süreci ve yaşayanı insanları müthiş bir bilinçle örmektedir…

Tüm insanlığın ortak olduğu, bu ortaklığın herkese eşit dağılması gerektiği ve hepimizin birbirimizden sorumlu olduğu gerçeği de çok çarpıcı olarak korona günlerin de görülmektedir..

Yani Wuhan’da (Bu kenti bilmeyen kaldı mı? ) yaşayan bir insandan bizler burda da sorumluymuşuz, çünkü üreyen virüs ta Çin den çıkıp gelip, tüm yaşamımızı alt-üst edebilirmiş, değil mi?

Bahsettiğimiz evrensellik, pazar alışverişinin kurnaz zekası ve ‘’globalleşmesi’’ değildir. Gerçi o da tüm hilelerine rağmen açığa çıkmıştır ki Ankara da üretilen maskeler aylardır bir türlü insanlara yetişememektedir…

Doğanın yaratımları insanın yaratımlarından baya hızlı ve örgütlü çıkmıştır…

Yani öz aynı sırada küçük toplumsallık-komün üretmek zorundadır. Üretmeyen komün yaşamakta zorlanacaktır. Bu anlayışladır ki, bir anda her yerde ve herkes tarafından çeşit çeşit maskeler öz güç ile üretime başlamıştır…

Hafıza canlanırsa ve tarih incelenirse ilk toplumsal hastalığı yaşamadığımız, birçok coğrafyada ve zaman da yaşanmış olan durumun günümüz koşullarına uygun olanını, yayılımı hızlı olanıyla karşılaşmış olduğumuz da görülecektir…

İnsanlık tarihi sayısız salgınla baş etmiş ve sonuçlarını da bir miras olarak bizlere bırakmıştır…

Örneğin ;

M.Ö 1315-1345 arasında Hitit devletini kırıp geçiren veba’yı araştıran 2.Mursili tabi ilkel dönem olduğundan fal (bilge kadın ve erkeklere sorma) yoluyla incelediğı ve anlamlı sonuçlarını bize bıraktığı belgelerde…

Madde 2: Genç Tuthaliya’nın 1. Şuppilulama’yı öldürmesi 

Madde 3: Mısır ile yapılan anlaşmanın hükümlerine uyulmaması…

Vebanın yayılmasının, insan ölümlerinin, kıtlığın yani başlarına çöken musibetlerin temel sebepleri olarak görülmüş…

Bizden 3350 yıl evvel bile insanlık ahlaki değerlerden, ortak ilkelerden uzaklaşırsa başına bir veba geleceğini bilmekteymiş. Uyulmayan bir toplumsal anlaşmanın ya da anlamsız bir cinayetin yani adaletsizliğin varacağı nokta toplumsal yıkım, sistem çürümesi, insan hastalık ve ölümleriymiş…

Baya ilk-el’mişler…

Sözde iletişim-bilgi çağını yaşayan bizlerin ve uzayı bile parsellemiş koca koca ülkelerimizin öncü adamları ise şimdiler de ‘’senin ülken yaptı benim ülkem yapmadı’’ diye birbirlerine çemkirmesi aslında ne kadar da akıl-ahlak bileşkesinden uzaklaşıldığının ve bu musibetin neden başımıza geldiğinin en çarpıcı göstergesi ve sonucu değil midir..?

Neye göre inşa? Ee bir müsibet bin nasihatten iyidir tabi…

Evet müsibet alışkanlıkları değiştirmiştir, insan ve toplumsallığı belki şu an farkında olmadan da olsa yeni alışkanlıklar edinmeye başlamıştır, yeni yaşamı tasarlamaya girişmiş ve bu alışkanlıklar kendi akışlarını yakalamıştır… Hayalcimiyim, hayır, bahsettiğim eşit ve adil bir yaşam için herkes özveriyle çalışıyor değil, şu…

Ana’ya dönmek, yamacında olmak, ona dikkat etmek veya her gün halini vaktini sormak, aylardır Amerika, Asya’dan Avrupa’sına tüm insanlığın yaptığı en temel görev değil midir?  Zamanı-oluş’u okumak-bilmek bu noktada düşünmek ve üretmek hepimizin çekildiği köşede sıkılıyorum diyerek gizlediği eylem değil midir? Öz’e varmak ve öz’ü güçlendirmek, gürleştirmek, hürleştirmek hepimizin duygu ve düşüncemizde anlık olarak salgılanan içsel pratik değil midir?

Evet öz yeniden örgütlenmektedir, özden uzaklaşmış insan öze dönmek zorunda kalmıştır. Bu doğanın sert bir uyarısıyla gerçekleşmiştir. Tüm hesaplar yeniden ele alınmaktadır. Tüm insanlık şapkayı önüne koyup düşünmektedir, isteyerek veya istemeyerek, öyle veya böyle…

Öz’den kopan ve çeşitlenen güncel yaşam biçimi, artık yaşanamaz olduğunu insanın yüzüne çarpmış ve adeta git kendini düzelt toparla ve yeniden gel, başarabilirsen yaşarsın demiştir…

Şimdi gözlemleniyor muyuz yoksa kendimize ve çekirdek çevremize yetecek kadar yaşamı (maddi-manevi) kimseden beklemeden üretmek zorunda mıyız?

Karantinada mıyız yoksa özgürlüğe açılan kapının eşiğinde miyiz siz karar verin..?