Siyaset Çözüm mü? Yoksa Sorun mu?

Siyaset Çözüm mü? Yoksa Sorun mu?
Yayınlama: 04.06.2020

Siyaset, en yalın tanımıyla, toplumsal sorunlara çözüm bulma sanatıdır.

Siyasi partiler, toplum sorunlarının tespitine ve çözümüne dair bir perspektif sunan, bu perspektif etrafında toplanmış ve bunu halkın beğenisine sunan örgütlü yapılardır.

Siyasal iktidar ise talip olduğu alanın yönetme yetkisini kazanmış ve yönetme gücünü elinde bulunduran kişi ya da kişilerdir

Yazımın başına bu tanımlamaları koymam, söyleyeceklerimin çerçevesini oluşturmak açısından kolaylık sağlayacağı düşüncesindendir. Tanımlamalara itiraz gelişebilir, bu da olağandır. Mutlak doğru iddiasında değilim. Dört yıllık siyaset tecrübelerimin okumalarıdır sadece.

Bu tanımlamalar ışığında özetle şunları söyleyebilirim.

Demokratik bir sistemde toplum sorunlarının çözümüne dair bir perspektifi olan kişi veya kişiler bu perspektifle halka giderler. Yönetme yetkisini elinde bulunduran örgütlere (iktidara) karşı alternatif olduklarını, kendilerine destek vermeleri durumunda iktidarı devireceklerini ve toplum sorunlarını kendi perspektifiyle çözeceklerini vaat ederler.

Bu çerçevede kendilerini ifade eden siyasi partiler, kuralları önceden belirlenmiş bir seçime girer ve halktan yönetme yetkisini aldıkları taktirde siyasal iktidar olurlar; ya da aldıkları destek oranında temsilci bulundurup yönetmede söz sahibi olurlar. Siyasal iktidar ya da muhalefet oldukları süre zarfınca halk bunları gözlemler Halk, yönetme performanslarını, üretim kabiliyetlerini, siyasi tarz ve üsluplarını beğendiği taktirde bir sonraki seçimde desteğini sürdürür; beğenmediğinde ise kendisine sunulan başka bir perspektife ve bu perspektif etrafında toplanmış siyesi partiye destek olup onu yönetime taşır, iktidar değişir.

Tabi bütün bunlar demokrasi kültürü gelişmiş toplumlar ve bu toplumların oluşturdukları demokratik sistemlerde söz konusu. Türkiye gibi demokrasi kültürü gelişmemiş ve demokratik bir sisteme sahip olmayan toplumlar açısından bunu söylemek mümkün değil.

TÜRKİYE’DE SİYASİ PARTİLER TOPLUMSAL SORUNLARI ÇÖZMEK ŞÖYLE DURSUN; SORUNLARIN KAYNAĞI HALİNE GELMİŞ DURUMDALAR.

18 yıllık kesintisiz AKP iktidarı demokrasi kültüründen ne kadar uzak olduğumuzu ve sistemin antidemokratik işleyişini görmemiz açısından çarpıcı bir örnek. Türkiye’de siyasi partiler iktidara geldikleri taktirde orada kalmak için her yol ve yöntemi denerler. Kendisine destek suna halkı maniple etmek, devletin her kademesini işgal etmek, bu alanları başka örgütlerle pazarlık haline getirip onlara satmak, hayali düşmanlar yaratmak, savaşlar çıkarmak, iktidarda kalmak için gerekli çoğunluğu arkasına alıp toplum içerisindeki farklılıkları çelişki haline getirmek, bunları kutuplaştırıp azınlığı ötekileştirmek ve bu kutuplaştırmadan beslenmek 18 yılda şahit olduğumuz yöntemlerdir.

Kötü yönetim neticesinde çökmüş bir ekonomiye karşı farklı bir perspektif ile kurulan AKP 2002 yılında toplum desteğiyle tek başına iktidar oldu. Her ne kadar hükümet olma yetkisini seçimle alsa bile makro iktidar olan devlet yapısına hakim değildi. Zaten olmaması ve olmaya da çalışmaması gerekirdi. Demokratik hukuk devletlerinde kurumların işleyişleri kanunlarla düzenlenmiştir ve kanunlar herkes açısından bağlayıcıdır. Ancak dediğim gibi Türkiye gibi demokrasi kültürü oturtamamış ve kanun bağlayıcılığı olmayan ülkelerde durum farklı.

AKP de iktidara gelir gelmez devletin bütün mekanizmalarını işgal etmeye başladı. Bu işgallerde elini güçlendirmesi için halk desteğine ihtiyacı vardı. Bir taraftan toplumsal sorunları çözmeye çabalıyor gibi bir görüntü sergileyip halk sempatisini toplamaya çalışırken, diğer taraftan devletin tüm alanlarını kendi veya ittifak ettiği örgütlerin kadrolarıyla doldurmaya çalıştı. Kendisinden önce devlet mekanizmasına çöreklenmiş diğer siyasal yapıların hepsini Gülen Hareketi ve benzeri örgütlerle ittifak yapa yapa tasfiye etti. Tabi bu tasfiye sırasında ittifak yaptığı örgütlere ne istedilerse vermekten geri durmadı. Ta ki Gülen hareketinin kendisinden daha güçlü ve tehdit olduğunu fark edene kadar.

Gülen hareketi ve AKP karşılıklı olarak birbirini tasfiye etmeye çalışsa da AKP başka ittifaklar geliştirip Gülen hareketini tasfiye etmeye başladı. Tasfiye sürecinde Paralel Devlet Yapılanması olarak tanımladığı Gülen Hareketini 15 Temmuz Darbe Kalkışmasıyla da Fethullahçı (FETÖ) Terör Örgütü olarak ilan etti. 15 Temmuz Darbe Kalkışmasını fırsat bilen AKP devlet içi tasfiye sürecini hızlandırarak kendisine muhalif bütün kesimleri sistem dışına attı. Boşalan kadroların yerini süratle kendi ve ittifak ortaklarının kadrolarıyla doldurdu.

Yasama, yürütme ve yargı başta olmak üzere devlet mekanizmasının tamamını tek bir noktadan yönetecek bir hale getirdi. Bu da hukuk devletinin çökmesi ve hukuk güvenirliğinin ortadan kalkması anlamana gelir. Artık geliştirilen sistemde iş bulmanın, atanmanın, meslekte yükselmenin, devlet veya özel sektörden ihale almanın ya da yargıdan aklanmanın tek bir adresi vardı: Saray!

Muhalif bütün örgütler, sendikalar hızla üye kaybederken iktidar destekçisi örgüt ve sendikalar üye kazandı. İdealist hakim, savcı, eğitimci ve sağlıkçıların yeri talimata göre iş yapan, yapmak zorunda kalan kişilerce dolduruldu. Şuan gündemde olan barolara dair yasalar da bu yöntemin devamı niteliğinde. Kendi barolarını kurup bu alanı sendikalarda olduğu gibi iş bulma alanına çevirmek, muhalif baroların içini boşaltmak amaçlanmaktadır. Koca ülke maalesef her alanda üretimden uzaklaşarak rant alanına döndü. İnsanlar temel hak ve hürriyetlerden yoksun kaldıkları gibi en sonunda ekmeğinden de oldu.

Gelinen nokta itibariyle şunu söyleyebilirim ki; insanlar artık aç.

Açlık karşısında hiçbir iktidar ayakta kalamaz. Sürdürüldüğü mümkün değil. Toplumun iktidarı desteklemek için hiçbir nedeni kalmadı. AKP iktidarını sürdürebilmek için neredeyse bütün yöntemleri tüketti. (elinde bir tek yöntem kaldı, bir sonraki yazıda ona değineceğim)

Peki bütün bunlar yaşanırken siyasal muhalefetin hiç mi suçu, kusuru, eksikliği yok?

Yazının en başında belirttiğim gibi siyaset, toplumsal sorunlara çözüm bulma sanatıdır. Bu tanımlamayla yola çıkarsak üzülerek söylemeliyim ki muhalefet de kusurludur. Siyasal iktidar iktidarda kalabilmek için sınır tanımaksızın her yöntemi kullanırken, muhalefet maalesef AKP’nin devletin tüm mekanizmasını işgal edip ülkeyi bu noktaya getirmesinin önüne geçecek politika üretememiştir.

Demokratik hukuk devletlerinde olmasa da Türkiye’de siyasi partilerin bir kaderi var gibi.

Toplumda heyecan yaratıp iktidara gelebilirsen AKP’de olduğu gibi devlet mekanizmasına çöreklenip ömrünü biraz uzatabilirsin. Siyasal iktidar olamayıp muhalefet olursan iki seçeneğin var: ya yakaladığın heyecanı büyütürsün ya da siyasal muhalefet olmanın  yarattığı dar iktidar alanıyla yetinirsin. İkinci seçenek parti mekanizmaları içinde rant kavgaları başlatır. Yukarıda devlet mekanizması için belirttiğim gibi parti içindeki dinamiklerin birbirini tasfiye etmeye başlamasına sebep olur. Tasfiyeler genellikle partilerin kongrelerinde, yerel ve genel seçimlerdeki aday belirleme süreçlerinde açığa çıkar. (bu yöntemsizliklere dair de yazı yazmak gerekir)

Unutulmamalı ki partiler, siyasi partiler yasasına göre örgütlenmiş bir devlet prototipidir. Tüzük ve programlar siyasi partilerin hukuku olup işleyişini belirler. İşletilmediği taktirde partiler rant alanına dönüşür ve en nihayetinde partilerin giderek küçülmesine sebep olur. Bu durum da siyasal iktidara yarar. Toplumda bir umutsuzluk yaşanır, siyaset çekiciliğini yitirir ve iktidarın alternatifsizmiş gibi görünmesine sebep olur.

Herhangi bir partinin propagandasını yapmak değil amacım. Gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki bir umut var. Ve bu kaderi değiştirebiliriz. Umutla kalın…

Bir Yorum Yazın

Ziyaretçi Yorumları - 0 Yorum

Henüz yorum yapılmamış.